29 Mart 2014 Cumartesi

Cuma

Sen dün beni neden aramadın la? 

Cuma değil de, cumartesi günü, yani bugün güne bu soru ile başladım. Telefonun karşı tarafında yakın bir arkadaşım vardı. O, dün gece onu aramamı yadırgamış, ben ise bana göre sabah sabah olan bir saatte, bana bu soruyu sormak için aramasını hiç yadırgamadım. "Kimleydin?" diye sordu. "Gece mi? Evdeydim, çıkmadım." İşte bu cevabı dün onu aramamış olmamadan daha çok yadırgadı. Noldu lan falan diye sorgulamaya çalıştı ama, cevap bile vermedim, "uyuyorum la sonra, sonra" deyip telefonu kapattım. 

Bir süredir her cuma dışarıdayım. İstisnası yoktu düne kadar. Genelde aynı insanlar ile beraberim. Kesinlikle aynı mekanlardayım. Yeri yurdu benim kadar belli olan başka bir kişi yoktur herhalde. Bakın benim gecelerim şu şekilde, köhne bir rak barda ucuz bira içerek başlarım, oradan Leyla Teras'a geçer canlı müzik ile eğlenirim, saat 3 gibi falan arkadaşımın barına geçerim, orasını kapatıp, başka bir arkadaşın neredeyse öğlene kadar açık olan barına geçeriz. Olay gerçekten bu kadar basit. Çoğu zaman sabahları dönüyorum eve. Tabii cumartesi gününe tam olarak anlam katmış oluyorum. Gerçek anlamda, cumanın ertesi oluyor. Mide iflas, baş ağrısı, sürekli yatma hissi... Akşamdan kalmalığın dibine vurmak.

Az önce ikinci bir yakın arkadaşım aradı, o da dün gece onu niye aramadığımı soruyor. Sevgilimdeydim, dedim. "Kime ne dedin?" gibi bir cevap verdi. Bu arkadaşımı tanıyanlar onun kim olduğunu anlarlar. Adamda bir kulak var, her şeyi en iyi ihtimal ile iki kere söylersiniz. Tekrar ettim, "ne?" dedi. Bugün şanslı günümde değilim galiba. Bir kaç kere sevgili sevgili falan diye tekrarlamam falan gerekli galiba. En sonunda ne dediğimi anladı, ama tam o anda bir işi çıktı ve kapatmak zorunda kaldı. Birazdan gene arayacak, anlat anlatabilirsen, "kim? nasıl oldu? ne zaman oldu?" Hayır anlamadan da bırakmaz peşini, illa öğrenecek. 

Ya ben bir kaç hafta cuma namazına gitsem, devamsızlık yaptığımda imam cep telefonuma mesaj çeker. 

Sanırım her cuma aynı rutini yaşama devrim gene kapandı. Sevgili olayı falan değil de, gerçekten sıkıldım. Zaten hiç bir sevgili falan ben istemediğim sürece beni bu rutinden koparamazdı. Seviyorum ben takıldığım insanları ve mekanları. İki hafta falan önce, dışarı çıkacak kimseyi bulamadım, sadece sahibini tanıdığım mekanları gezerek bütün geceyi kurtardım gene. Hatta geceden fazlasını... İşte bu yüzden hep aynı yerlere takılıyorum, tanınmak hoşuma gidiyor. Kendimi güvende hissediyorum. 

Geçen hafta, sıkılma evresi başladı. Sadece gecelerden bahsetmiyorum, sürekli aynı yerlerde falan yemek yerim ben. Bir değişiklik olsun dedim, gündüzden dışarı çıkıp Eminönü'ne gittim. Oradan kapalı çarşıyı gezdim, Beyazıt'ta seyyar satıcıları izledim. Vallahi turistler İstanbul'u gezmeyi bizden iyi biliyorlar. Ne lan hep Taksim, Kadıköy, Kabataş falan? Sanki koca şehirde başka yer yok. Bugün de Gülhane parkına gittim. Hava çok kötüydü ama bir arkadaşım leylek fotoğrafı mı ne çekmeliymiş. Ödev falan sandım, ama iş öyle değilmiş. Zaten fotoğraf çekme derdi de yokmuş, olay leylek görmekmiş. Böyle bir bileklik takıyorsun, takarken dilek diliyorsun, sonra leylek görüp bilekliği bir ağaca bağlıyorsun. Bu işlem sadece mart ayı içinde yapılabiliyor. Galiba bir balkan adeti imiş. Hay seveyim böyle adetleri... Götümüz dondu. Kafalar yukarıda leylek arıyoruz. Sonunda bulduk da, bizimki bir ağaca dilek bilekliğini bağladı. Ama laf aramızda, ben gördüklerimizin leylek olduğuna pek emin değilim. Bizim köydeki leylekler daha bir iri oluyordu. Herhalde farklı bir tür falandır. Ama balkan adeti ise, bizim oranın leyleğini görmek, dileği daha da kabul ettirir. 

Öyle ya da böyle, sıkıldım. Artık cuma rutinim yok. Mümkünse bir iki ay böyle takılacağım. Hem biraz da tasarruf yapar, Türkistan gezisine aktarırım. Hem cuma ertesi sendromu biter, hem de yazın daha uzun gezerim.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder