24 Mart 2014 Pazartesi

Çoban Yıldızı

Eski zaman içinde, 

Prenses bile olsanız, kime aşık olacağınızı seçemezsiniz. Prenses iseniz, kiminle evleneceğinizi asla siz seçemezsiniz.

Çok uzun zaman önce, ama bizim gezegenimizde, bir prenses, basit bir çobana aşık oldu. Hiç dokunmadı elleri birbirlerine, hiç konuşmadılar birbirleriyle, tek bir an gözleri temas etti, bu da yetti. Aşık oldular, yüreklerinin en derin yerinde aşkın alevini yaktılar. İkisi de birbirinden habersiz, ikisi de çaresiz... 

Kral kızını komşu bir prense gelin vermek niyetindeydi, çaresiz kız, tek çareyi rahibe olmakta buldu. Güneş tanrısına rahibe olacaktı, bu karara krallar bile karışamazdı. Kraldan büyük tanrı vardı. Çaresiz kaldı kral, boyun eğdi anlayamadığı bu isteğe. 

Güneş tanrısının çok hoşuna gitti, güzel bir prensesin kendi rahibesi olması. Bir gece tapınağa, Prenses'in odasına girdi. Prenses'in güzelliği ile büyülendi. Prenses'i uykusundan uyandırdı, ona aşını dillendirdi. Prenses çok korktu, bir Tanrı bile olsa, Çoban'dan başkasını görmezdi gözü. Razı olmadı Tapınağın Tanrısı'na. 

Bir tanrı bile olsanız, duygulara hakimiyet kuramazsınız. Bir aşıksanız, kendi duygularınızın sizi sürükleyeceği yerden korkmalısınız. 

Çok sinirlendi Güneşin Efendisi. Nasıl olur da, bir ölümlü, hem de kendisine rahibe olmuş bir ölümlü onu reddederdi. Gözlerinden içeri baktı kızın, açık kapıların ardını görür gibi gördü ondaki aşkı. Çobanı gördü, içi kıskançlık ve öfkeyle doldu. Bir çoban, bir tanrıya tercih ediliyor. Bir tanrı, bir ölümlü karşısında aşkına karşılık bulamıyor. 

Hiddetiyle tüm tapınak sallandı. Şehir sarsıntıyla korkuya kapıldı. Depremin şiddeti uzaktaki meraya kadar geldi. Çobanın içine bir korku düştü, Prenses'in tehlikede olduğunu sezdi. Sürüsünü bırakıp şehre koştu, ciğeri patlayıncaya, bacakları yanıncaya kadar koştu. Ne yorgunluk yolundan aldı onu, ne de içinde büyüyen anlamadığı korku. Sadece tapınağa doğru, aşkına doğru koştu. 

Tanrının gazabı dünyayı sallarken, Prenses Tanrı karşısında diz çöktü. Aşkı için, Çoban için yalvardı. Kendisine ne olursa olsun da, Çoban'a bir zarar gelmesin diye yalvardı. Tam bu yalvarmalar sıranında tapınağa vardı Çoban. Prensesin yakarışlarını duydu. Tanrının kayıtsızlığını gördü. 

Bir Çoban bile olsanız, aşkınız için tanrılara bile meydan okursunuz. Ve kaybedeceğinizi bile bile yaparsınız bunu.

Tanrı Çoban'ı kıskıvrak yakaladı, duvara zincirledi. Çobanın gözlerinin önünde Prensesi paramparça etti. Prensesin bal rengi saçları, bir arıya denk geldi. Arı bu saçla balı yaptı. Yeşil gözlerinden dökülen yaşlar yosunlara can verdi, gözlerin kendisi zümrüt oldu. Kırmızı dudakları çileklere tohum oldu. Uzun kaşları yemyeşil otları oluşturdu. Dişlerini denizin dibinde inci olarak bulursunuz. Kirpiklerini develerde görürsünüz. Çenesini, burnunu hiç bir yerde bulamazsınız, onlar çobana kaldı.

Prenses'in ruhunu öldürmedi tanrı. Onu esiri olarak göklere çıkardı. Çobanı bir dağın zirvesine zincirledi. Her gece ona orada işkence etmeye devam etti. Aşkının parçalanışını tekrar tekrar yaşattı ona. Sonsuz bir işkence ile ölümsüz kıldı onu. Esiri ettiği prensesin ruhuna da izletti bu sonsuz işkenceyi. Çoban'ın cezası, prensesi bir daha görememek iken, prensesin cezası Çoban'a yapılan işkenceyi izlemek oldu.

Ancak, ne zaman ki Güneş tanrısı, Güneşi yükseltmek için işe başlar, o zaman Çobanın Yıldızı görünür olur. Tüm gücü ile parlar, Çobana kendini gösterir. Günün bu ilk saatleri, onların aşkının saatleridir. Aşk, Güneş tanrısına bir oyun oynamıştır. Yok etmeye çalıştığı aşkı, Güneş Tanrısı kendi elleri ile ölümsüz kılmıştı.

Çoban Yıldızı hem Çoban için, hem de tüm diğer aşıklar için her sabah dünyamızın üzerinde parlıyor. En umutsuz anlarınız da ona bakın, içinizi güneşten daha güzel ısıtacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder