Annemin "itfaiyeyi arayalım" bağrışlarıyla uyandım. Dedim bir yerler yanıyor. Bir de sesi telaşlı, dedim abimin evi yanıyor herhalde. Bir telaş fırladım yataktan, konu yangın falan değil, kedi. Kedinin biri karşı apartmanın penceresinin mermerinde mahsur kalmış. Akıllarda iki soru tek cevap var. O kedi oraya nasıl çıktı? Nasıl kurtaracağız? İtfaiyeyi arayacağız.
Aranan 110 bizi Rami İtfaiye'ye yönlendirdi. Bir minibüs durağı dışında, ilk defa Rami İtfaiye kavramıyla böylelikle tanışmış olduk. 30 yılı aşkın süredir burada ikamet ediyoruz, şimdiye kadar ilk defa itfaiye işimiz düşüyor. Kavram 30 yıldır kendisinin özünün dışında, yol tarifi verilen bir durak iken, şimdi anlamını yeniden kazanıyor. Adeta bir Japon çizgi filminde şişman göbekli bir itfaiyeci bedeni yarılarak, içinden Amerikan filmlerinden fırlamış kaslı vücudu, güçlü kolları ve kırmızı kepiyle bir "itfaiye subayı" açığa çıkıyor. (Lan benim kafadaki imgeler bile ithal duruma gelmiş bu arada)
Kaslı, güçlü, kırmızı kepli itfaiye görüntüsü, iki sokak aşağıya yarım saatte inemeyince kafamın içinden silinmeye başlıyor. Annem tekrar aradığında, araçlarının bozuk olduğunu söylüyorlar. Kafamdaki imge tekrar göbekli itfaiye erine dönüşüyor. Annem telefonun diğer ucundakine saydırmaya başlıyor. Babam arkadan, "ya yangın çıksa, hale bak" diye söyleniyor. "Araçları bayrak asmaya mı yollamışlar." diyor. Bu sırada gariban kedi miav miav ağlıyor. Annem telefonda kimlik bilgilerini bağırmaya başlıyor, korkmuyorum sizden diyor. Sanki karşısında basit, göbekli bir itfaiye eri yok da, Tayyip'in bizzat kendisi varmış gibi davranıyor. Öyle ya, adam kendi üzerinden öyle bir devlet algısı yarattı ki, hangi devlet görevlisi ile konuşulsa, Tayyip'e olan hırs ile saldırılıyor.
Tekrar, 110 bu sefer babam tarafından aranıyor. İtfaiyede telefonlara bakan adalar galiba canı en fazla sıkılan adamlar oluyor. "Abi işler nasıl?" diye muhabbet edecek bir halleri var. Be adam, konu bir kedinin damda kalması gibi basit bir şey, adresi al, gönder bir araç. Nedir bu sorular? Yok kedinin sahibi var mı? Mahsur kaldığı pencerenin sahibine ulaşamıyor musunuz? E biz salağız, direk seni aradık, bunlar hiç aklımıza gelmedi değil mi? Bunlar yetişkin insanlara böyle sorular soruyorlarsa, bir çocuk yangın ihbarı yapsa ne yapacaklar kim bilir?
Bu sırada evin telefonu çalıyor, Rami İtfaiye'si bilgi vermek için aradığını belirtiyor. Annem sevinçle "geliyor musunuz?" diyor. Karşıdaki adam "yok, yenge araç hala bozuk, kedi ne yaptı düşmedi mi daha" diyor. Annemde şalter atıyor, "orada üç araç var, her gün görüyorum, bütün gün voleybol oynuyorsunuz, Tayyip'i de sevmiyorum, kedi ölsün mü? benim kendim, eve alacağım" gibi şeyler söylüyor. Telefonu adamların suratına kapatıp bu sefer bana saldırıyor. "Senin yüzünden ben bu kadar hayvan sever oldum." Aa, gene suçlu olmayı başardım, iyi mi? Bu sırada kedi hala miavlıyor. Bir olayın öznesi olmaktan, nesnesi haline dönüştüğünün farkında değil. Artık sorun onun mağduriyetinden çok, itfaiyenin kendisi oldu. (Evet, kedi mağduriyet yaşıyor. Babam telefonda itfaiye erine öyle söyledi.) Bir başka kedi ise, koltuğa kurulmuş esniyor. Bu kadar kedi yazınca kendi kedimin durumundan da bahsetmek istedim. Canım benim.
Annem evde duramıyor, sokağa fırlıyor. Sokakta itfaiye beklemeye başlıyor. Adamlardan hesap sorma peşinde. Beklenen itfaiye yaklaşık on dakika sonra geliyor. Kediyi bulunduğu yerden almaları kurtarmaları otuz saniye falan sürüyor. Anneme elden teslimat yapıyorlar. Annem kediyi sokağa bırakıyor, zavallı kedi, korku içinde apartmanın bahçesine kaçıyor. Babam balkonda durmuş, alkış tutuyor. Sokakta buluna bir grup insan tüm bunları telefonlarının kameraları ile çekiyor. Gerçekten unutulmaz bir hatıra.
Annem az önce kanlı bıçaklı olduğu itfaiye teşkilatına hayır duaları okuyor. Gelen araç Bayrampaşa İtfaiye'nin aracıymış. Adamlar tüm yaşananlardan habersiz olduklarından bu sevinci ve hayır dualarının nedenini anlamakta zorluk çekiyorlar.
Mahallenin tapusu cidden kedilerde.
Aranan 110 bizi Rami İtfaiye'ye yönlendirdi. Bir minibüs durağı dışında, ilk defa Rami İtfaiye kavramıyla böylelikle tanışmış olduk. 30 yılı aşkın süredir burada ikamet ediyoruz, şimdiye kadar ilk defa itfaiye işimiz düşüyor. Kavram 30 yıldır kendisinin özünün dışında, yol tarifi verilen bir durak iken, şimdi anlamını yeniden kazanıyor. Adeta bir Japon çizgi filminde şişman göbekli bir itfaiyeci bedeni yarılarak, içinden Amerikan filmlerinden fırlamış kaslı vücudu, güçlü kolları ve kırmızı kepiyle bir "itfaiye subayı" açığa çıkıyor. (Lan benim kafadaki imgeler bile ithal duruma gelmiş bu arada)
Kaslı, güçlü, kırmızı kepli itfaiye görüntüsü, iki sokak aşağıya yarım saatte inemeyince kafamın içinden silinmeye başlıyor. Annem tekrar aradığında, araçlarının bozuk olduğunu söylüyorlar. Kafamdaki imge tekrar göbekli itfaiye erine dönüşüyor. Annem telefonun diğer ucundakine saydırmaya başlıyor. Babam arkadan, "ya yangın çıksa, hale bak" diye söyleniyor. "Araçları bayrak asmaya mı yollamışlar." diyor. Bu sırada gariban kedi miav miav ağlıyor. Annem telefonda kimlik bilgilerini bağırmaya başlıyor, korkmuyorum sizden diyor. Sanki karşısında basit, göbekli bir itfaiye eri yok da, Tayyip'in bizzat kendisi varmış gibi davranıyor. Öyle ya, adam kendi üzerinden öyle bir devlet algısı yarattı ki, hangi devlet görevlisi ile konuşulsa, Tayyip'e olan hırs ile saldırılıyor.
Tekrar, 110 bu sefer babam tarafından aranıyor. İtfaiyede telefonlara bakan adalar galiba canı en fazla sıkılan adamlar oluyor. "Abi işler nasıl?" diye muhabbet edecek bir halleri var. Be adam, konu bir kedinin damda kalması gibi basit bir şey, adresi al, gönder bir araç. Nedir bu sorular? Yok kedinin sahibi var mı? Mahsur kaldığı pencerenin sahibine ulaşamıyor musunuz? E biz salağız, direk seni aradık, bunlar hiç aklımıza gelmedi değil mi? Bunlar yetişkin insanlara böyle sorular soruyorlarsa, bir çocuk yangın ihbarı yapsa ne yapacaklar kim bilir?
Bu sırada evin telefonu çalıyor, Rami İtfaiye'si bilgi vermek için aradığını belirtiyor. Annem sevinçle "geliyor musunuz?" diyor. Karşıdaki adam "yok, yenge araç hala bozuk, kedi ne yaptı düşmedi mi daha" diyor. Annemde şalter atıyor, "orada üç araç var, her gün görüyorum, bütün gün voleybol oynuyorsunuz, Tayyip'i de sevmiyorum, kedi ölsün mü? benim kendim, eve alacağım" gibi şeyler söylüyor. Telefonu adamların suratına kapatıp bu sefer bana saldırıyor. "Senin yüzünden ben bu kadar hayvan sever oldum." Aa, gene suçlu olmayı başardım, iyi mi? Bu sırada kedi hala miavlıyor. Bir olayın öznesi olmaktan, nesnesi haline dönüştüğünün farkında değil. Artık sorun onun mağduriyetinden çok, itfaiyenin kendisi oldu. (Evet, kedi mağduriyet yaşıyor. Babam telefonda itfaiye erine öyle söyledi.) Bir başka kedi ise, koltuğa kurulmuş esniyor. Bu kadar kedi yazınca kendi kedimin durumundan da bahsetmek istedim. Canım benim.
Annem evde duramıyor, sokağa fırlıyor. Sokakta itfaiye beklemeye başlıyor. Adamlardan hesap sorma peşinde. Beklenen itfaiye yaklaşık on dakika sonra geliyor. Kediyi bulunduğu yerden almaları kurtarmaları otuz saniye falan sürüyor. Anneme elden teslimat yapıyorlar. Annem kediyi sokağa bırakıyor, zavallı kedi, korku içinde apartmanın bahçesine kaçıyor. Babam balkonda durmuş, alkış tutuyor. Sokakta buluna bir grup insan tüm bunları telefonlarının kameraları ile çekiyor. Gerçekten unutulmaz bir hatıra.
Annem az önce kanlı bıçaklı olduğu itfaiye teşkilatına hayır duaları okuyor. Gelen araç Bayrampaşa İtfaiye'nin aracıymış. Adamlar tüm yaşananlardan habersiz olduklarından bu sevinci ve hayır dualarının nedenini anlamakta zorluk çekiyorlar.
Mahallenin tapusu cidden kedilerde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder