3 Mart 2014 Pazartesi

Güvenlik

Yaşamını aldığın nefese borçlu değilsin. O sonraki aşaması. Yaşamını güneşe ve güneşin ortaya çıkardığı enerjiye borçlusun. Gün içinde koşuştururken bunu hiç düşünmüyorsun değil mi? Peki sana yaşamını veren güneşin seni yok edebileceğini hiç düşünüyor musun?

İnsan oğlu için evrendeki en güvensiz yer dünyadır. Çok basit bir mantığı var. Dünya dışında kaç insan öldü? Dünya üzerinde kaç insan öldü? Saçma geliyor değil mi? Güvende olduğunu düşünmen de işte bu kadar saçma. Hiç birimizin bir sonraki nefesi garanti değil. 

Sıradan insanları birazdan anlatırım. Önce dünyanın en iyi korunan insanlarından birini anlatayım da işler nasıl yürüyor yakından görün. Bir kaç yıl önce, henüz Kaddafi Libya'nın başındayken Arap Baharı patladı. İşler Kaddafi için kötü gidiyordu. Aslında bileti çoktan kesilmiş, sadece uzatmaları oynuyordu. İşte o günlerde, İstanbul'da Libya Kontak Toplantısı yapıldı. Kaddafi sonrasını Libya'nın nasıl bir şekil alacağı dış işleri bakanları seviyesindeki bir toplantıda görüşüldü. 

Toplantıdan bir kaç gün önce, bir arkadaşımın çalıştığı part time hostluk işine başvurdum. İlk defa çalışacaktım. Sadece TC kimlik numaramı verdim. Tüm bilgilerime oradan ulaşabilirlerdi. Ancak aklımın içine giremezlerdi ya. Veya başka birinin benim kimliğimi kullanarak benim yerime kaydolamayacağının garantisi yok. Neden bunları anlatıyorum? Çünkü beni yolladıkları ilk iş, Libya Kontak Toplantısı oldu. Hemde aile fotoğrafının çekileceği alanda görev verdiler. 

Benim dışımda alanda iki host ve üç polis daha vardı. Polislerin ikisi bildiğiniz apaçi, diğeri gariban bir cemaatçiydi. En düzgünü de o gariban dediğim cemaat mensubu olan polisti. Diğer iki polis bizim şirketten bir kıza yavşamakla meşguldü. O gün Çırağan Sarayı'nın bahçesi işte bu ekibin koruması altındaydı. 

İçeri girerken sadece görevli kartımı gösteriyorum. Her alana girme yetkisi olan biriyim. Kimse üstümü aramıyor. Zaten bir suikast yapmak için sadece kendi alanımda beklemem yeterli olur. Tüm dış işleri bakanları önümden geçecekler. Belimde bir silah olsa, ABD dış işleri bakanı Clinton'u öldürmem benim için bile hiç zor olmazdı. Söylemek istediğim tam olarak da bu zaten. ABD'nin dış işleri bakanının hayatı, bir an için bile olsa benim gibi sıradan bir adamın inisiyatifine kalabiliyor. Acaba işi profesyonel katillik olan birinin hayatı boyunca eline kaç fırsat geçiyordur? 

Biri sizi öldürmeyi kafasına takarsa, büyük ihtimal bir fırsatını bulur ve öldürür. Yıkmak, yapmaktan her zaman daha kolaydır. Bilmediğiniz bir tehditten kendinizi korumanız ise imkansızdır.

AVMlerin girişinde metal dedektörleri vardır. İçeriye bir Rambo bıçağı ile girmeyelim diye. Ancak içeride mutfak malzemeleri bölümünde bıçağın her çeşidi satılmakta. Eeee noldu dedektörle arama falan? Statlarda bozuk paranızı alırlar, içeride su alsanız bozuk para ile geri ödeme yaparlar. Güvenlik sadece bir aldatmacadır.  

Yarın okula giderken bir arabanın altında kalmayacağınızın garantisi yoktur. Serseri bir kurşunun size isabet etmeyeceğinin garantisi yoktur. Bir tinercinin sizi sırtınızdan bıçaklamayacağının garantisi yoktur. Kafanıza saksı düşmeyeceğinin garantisi yoktur. Vinç başı bile düşer. Benim bir arkadaşımın kafasına düşmüştü örneğin. 

Peki, olayı daha da karıştıracak bir soru sorayım. Yanı başımızda iç savaş var. Tüm dünyadan cihatçı olduğunu söyleyen gerillalar Suriye'ye akıyor. Geçiş güzergahı da Türkiye toprakları. Kendi çıkarına ise, bir devlet diğerine askerde gönderir, cihatçı da gönderir. Bunun insanlık ile alakası yok. Zaten bizim devletin insancıllık ile alakası bile yok. Ama soru şu, içeri de ne kadar cihatçı var? Yani biraz geri dönün kafanızda ve 2003 yılına tamda bu günlere gidin. Mart ayında meclis ABD ordusunun Türkiye üzeriden Irak'a girmesini sağlayacak teskereyi reddetmişti. Reddin nedeni Saddam sevgisi değil, içeriye konuşlanacak ABD askerlerinden çekinilmesiydi. Çokta doğru bir karardı. Ancak o kadar bu günne kadar geçerli? Yani Suriye'ye Türkiye üzerinden giden cihatçılardan içeride ne kadar var? Kontrolsüz bir güçten bahsediyoruz. Hücre yapılanmasından bahsediyoruz. Dövüş Kulübü gibi düşünün, bir liderden emir almadan eylem yapan gruplar. Asla kontrol edilemez. Ve herhangi bir gruba yapılacak bir yanlış, tüm ülkeyi ateşe sokabilir. 

Merhaba, bir kaç ay içinde Türkiye'de bir iç savaş çıkmamasının garantisi artık yoktur. 8 aydır diken üstünde olan ilişkiler bizi iç savaşa götürmedi. Fakat Kaide söz konusu olunca, iç savaş kesinleşir. Ciğer yiyen adamların Diyarbakır'da ya da Muğla'da ortaya çıkmasına hazır olun.

Polis bizi Kaide'den koruyabilir mi? Hiç sanmıyorum. Silahsız göstericiler karşısında günlerce başarısız oldular. Neden? E ülkenin en eğitimsiz işe yaramaz insanlarını polis yapmaya başlarsanız başka ne olacaktı? 

Şimdilik görmezden gelelim. Kaide'yi en kötü kabuslarımızda görelim. Bitti mi? Biter mi? Bitmez. Bana Nihal Atsız muamelesi yapmayın ama, her taraf düşman ile çevrili. Sadece bizim için değil, tüm dünya için. Dünyanın her yerinden savaş sesleri geliyor. Büyük bir savaş kapıda. Girmesek bile bizi de yok edebilecek bir savaştan bahsediyoruz. Nükleer silahlardan, kitle imhasından bahsediyoruz. Üç hafta sonra boğazda düşman gemileri zincir atabilir. Hiç bir zaman da böyle bir şey olmayabilir tabii ki. Ama işte bunun garantisi yok. Kaçınız BM'nin bir savaşı engelleyebileceğine inanıyor.

Franz Ferdinant ismini biliyorsunuz değil mi?

Gözlerinin içine baktım. Mavi değil de, griydi sanki. Size yemin ederim hayatımda gördüğüm en korkunç insandı. Clinton'dan bahsediyorum. Gözlerinde ölümü gördüğüm kadından. ABD dış işleri bakanından. Dünyanın en iyi korunan insanlarından birinden. Yanımda bir tabanca olsa, canını alabileceğim bir kadından. 

Ve çağımızın Franz Ferdinant'ından...

İşte bir savaş bu kadar uzakta olabilir. Benim hatam dünyayı yıkacak bir savaşa neden olabilir. 

Güvenlik bu kadar gerçektir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder