11 Şubat 2014 Salı

Ruh Hastası

Bırakamam işin ucunu. Pes edemem. Kaybedemem.

Bir kaya kadar sert olsa bile, hiç bir karşılık alamasam da, mücadeleyi bırakamam. Hanibal bırakmamıştı. Ordusunu Alplere tırmandırdı. Benim bir ordum yok. Tek gücüm kafamın içinde saklı olan beynimde. 

Saatlerce bakabilirim. Gözlerim cevabı arar, bir yandan da ihtimallerimi düşünürüm. İhtiyacım var, karşımalıyım. İhtiyaçlarımı karşılayamazsam, nasıl ben olabilirim ki? 

Hiç bir işaret yok, umudum çok az. Yardım istesem mi çevreden? Kim bana yardım edebilir ki? Onlarda benim gibi, bu yabancı diyarda misafir. Cevabı bilenler etrafta dolanmazlar. Onlar hep meşguller. 

Ayaklarım omuz hizasında açık, ellerim cebimde, dikilip izliyorum öyle. Artık cevabı bulmak değil amaç, süreci yaşamak. 

Doktor beni bulduğunda, süreci yaşamaya çalışıyordum. Arkamdan yaklaştı, "ne yapıyorsun evladım" dedi. Yüzüne baktım, tanıdık bir  yüz gördüm, kendi kuzenim. "Abla" dedim. "Bu makineden su almak için ne yapmam lazım? Ne para butonu var, ne ürün seçmek için tuşlar. Susuzluktan kurudum burada."

"Evladım ruh hastası mısın? İstesene benden susadıysan." 

"E ruh hastası olmasam burada ne işim var be abla?"

Neyse, istediğim gibi olmasa da susuzluğumu giderebildim. İki bardak su içtim. Sonra koridora dönüp görmeye geldiğim asıl doktoru beklemeye başladım. Birilerinin kafasına elektro şok vermekle meşgul olduğu için randevumuz biraz sarkmıştı. 

Makineye bir süre daha pis pis baktım. Kırsam mı lan ben bunu dedim. Sonra kuzenin başı derde girmesin diye vaz geçtim. Ama andım var, ablam(kuzenim) hastahaneden ayrılırsa gidip kıracağım o makineyi. Öyle sıktı canımı, şerefsiz makine.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder