"Anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı?"
Benim cevap "anneannemi seviyorum" olurdu.
En son görüştüğünüzde sizinle güreş tutabilen bir kadının, bir daha ki karşılaşmanızda kendisine dokunulmasından korkar hale geldiğini düşünün. Ne olduğunu bile kimsenin tam olarak anlayamadığı bir hastalık tarafından, için için kemirildiğini, tüm gücünün emildiğini düşünün. Sadece fiziksel etkileri değil, psikolojik etkileri de düşünün.
Bir doktorun, size 3 ay ömrünüz kaldı dediğini hayal etmeye çalışın.
Her şeyi içine atardı. Yani benim hatırladığım kadarıyla öyleydi. Hiç sinirlenip aşırı bit tepki verdiğini hatırlamıyorum. Kendi kızına karşı, torununu savunanlardandı. "Olur öyle kızma çocuğa. Ne olacak kırıldıysa, yenisi alınır." Torunun büyüdüğünü de pek kabullenemezdi ya. Orta okulda okuyan, vücudu kıllanmaya başlamış erkek toruna banyo yaptırmaya kalkardı. "Çocukken ben yıkardım seni." Tamam, eyvallah, ama ben artık pek de çocuk değilim be anneanne.
Kah ve kih... kah kah kih kih... Anneannemin hayatını özetleyen, aslında anlamsız gibi görünen, gerçekte hayatın anlamı olması gereken kelime yansımaları. Gülmeyi güldürmeyi sevmek bana anneannemden miras kalmış. Belki Trakyalı olmak da üzerime sos sürmüştür. Pek emin değilim.
Hastalıklar bizi kemiriyor. Kendimizi kendimiz mi hasta ediyoruz? Yani aslında biz kendimizi kemirdiğimiz için mi bir hastalık peyda oluyor. Anneannem hep içine atardı. Üzüntüsünü sıkıntısını içinde yaşardı. Mideden yaşamak gibi bir şey. Zaten hastalık da midede gösterdi kendini. Ne olduğu hiç anlaşılamadı. Ama mide her geçen gün yok oluyordu. Sinirim, stresim hep mideme vurur. Belki anneannemde de durum aynıydı. Hep midesinde bir ağrı ile yaşardı. Bilemem.
Melek gibi kadın, hastalığının son günlerinde, belki de yıllarında hızla değişti. Hiç yapamadığı kaprisler ortaya çıktı. tüm hayatı boyunca başkalarını düşünerek, başkalarına üzülerek, başkalarına sevinerek geçen hayatın, belki pişmanlığı, belki intikamıydı kaprisleri. Kök söktürmek deyiminin vücut bulmuş hali gibiymiş. -Miş diyorum, çünkü ben hiç görmedim. Hep kaçtım anneannemden. Son dönemlerini görmek istemdim. Onu kötü hatırlamak istemedim. Belkide bu yüzden, en güzel haliyle hala kafamın içinde.
Son günlerinde yatağından pek ayrılmazdı. Yemeği bile yatağında yerdi. Bir şeyler oldu, İzmir'e, anneannemin yanına gitmek zorunda kaldım. Orada pek kalmayacağımı biliyordum. Ancak anneanneyi hasta yatağında bırakmak da istemiyordum.
Banyoda elimi yüzümü yıkıyordum. Anneannem, kapris içerisinde, anneme öyle yap, böyle yap diye emrediyor. Oram buram ağrıyor diye konuşuyor. Banyonun kapısından anneanneme bakıyorum. Acı çeker gibi bir hali var. Hiç bir zaman şişman olmamıştı, ama hiç bu kadar zayıf da olmamıştı. Küçücük kalmış, sanki azala azala cenin haline gelecek gibi. Sürekli sağ tarafına yattığı için, kulakçağızı yara olmuş, bir sargı bezi ile sarılmış. Be kadın, üç yıl önce benimle güreş tutan kadın. Bu kadın, üç yıl önce dans ede ede salona gelip bizi de dans ettiren kadın. Bu kadın, kız arkadaşımla tanışmasını istediğim kadın. Bu kadın 3 yıl önce, 3 ay ömür biçilen kadın. Bu kadın benim anneannem. Dünya üzerindeki en sevdiğim insan.
Anneannem beni fark etti. Dilini dışarı çıkarıp, sağ eliyle "yok bir şey" hareketi yaptı. "İyiyim, nazlanıyorum" demek istedi. Suratımda nasıl bir dehşet vardıysa, bu hasta kadına son yalanını söyletmeyi başarmıştım. Torununa son defa "olur öyle" dedirtmiştim. Beni nasıl mutlu ettiğini anlatmaya kelimelerim yetmez. Bile bile, hiç şüphe dahi etmeden balıklama atladım yalana. Anneannem iyi dedim, Aydın'a abimin yanına gittim. Bu anneannemi son görüşümdü.
Bir kaç ay sonra, bir cumartesi günü annemin telefonu ile uyandım. Daha telefonu açmadan ne diyeceğini biliyordum. Babama haberi verdim, o hazırlanırken halama gidip ona da haberi verdim. Halama doğru yürürken ve halamla babaanneme haberi verirken, biraz gözlerim doldu. Ağlamadım.
Babamla yola düştük, İzmir'e gittik. Eve girdim. Anneannem içeride, onu son gördüğüm yerde yatıyordu. Daha doğrusu ondan geri kalanlar oradaydı.
Bir süre evde oyalandım.
Evin mutfağında kiler gibi de kullanılan ufak bir balkon vardı. Sigara içmeye oraya çıkardım. Hazır kimse yok etrafımda, çıkıp bir sigara yaktım. Damlaları atık gözümde tutamıyordum. Kendi kendime orada ağlamak, iyi gelirdi beh. Sonra abim geldi, ağladığımı gördü. Göğsüne yaslandım. İlk defa bir abim olduğuna ve boyunun benden on santim uzun olduğuna şükrediyordum. O göğüste ağlarken, zaman ve mekandan soyutlandım.
Abimle gidip, anneannemden kalanlara baktık. Oda da iki canlı, bir cansız beden vardı. En güzelimiz, cansız olanımızdı. Tabutu bile güzeldi. Çiçeklerle süslenmişti. Sıra gömmeye gelene kadar, her şey benim için "okey"di. Ah, bana okey oynamayı da anneannem öğretmişti.
Gömemedim. Gene kaçtım. Biraz ağladım. Anneler günüydü, nasıl gömeyim anneannemi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder