15 Nisan 2014 Salı

Blog

Yazlıktan bir arkadaşım Facebook'ta bir takım moda şeyleri paylaştı. Yıllar önce oluyor bu, henüz daha üniversiteye yeni başlamıştım. Sonra ki ilk karşılaşmamızda, "hayırlı olsun, modacı olmuşsun" dedim. Boğaziçi gibi güzide bir üniversitede, güzide bir bölüm okuyordu, gerçi ne hikmetse orada güzide bölüm okuyanlar hiç kendi işlerini yapmazlar. Neyse, arkadaşım "abartma be, blog sadece o" dedi. İşte ben blog olayını ilk böyle duydum. 

Ya çok alakasız olacak ama, aklıma gelmişken yazayım. Geçen gün adı geçmeyen bu arkadaşımı ben rüyamda gördüm. Kendisi bile okusa, kendisinden bahsedildiğini hatırlamayacaktır, o yüzden sorun olmaz yazmamda. Yok lan, öyle rüya görmedim, aklınız kaçmasın hemen bir yerlere. Bu kız benim kuzen ile sevgiliydi rüyamda. Ama baya baya aşıklarmış, çok mutlular falan. Öyle not olsun diye yazayım dedim. 

Neyse, daha da duymadım blog diye bir şey. Sonra, ama yıllar sonra, kuzenimin kız arkadaşının elinde bir kitap gördüm. Ne okuyorsun dedim, cevap verdi. Şu en meşhur blog yazarının kitabını okuyordu. E o ne? Ne yazıyor falan dedim. İşte hayata bakışını, aşklarını falan dedi. İçimden "sana ne lan bundan" demedim değil ama, kıza karşı pek agresif olma hakkım yoktu, sustum. Şimdi yeri gelmişken söyleyeyim, yahu intenette bedava olarak ulaşacağın şeye ne diye para verirsin benim salak arkadaşım? 

Sonra daha öncede yazdığım bunalım geldi bana. Güzelce beni yakaladı, kıskıvrak sardı. Kaçacak bir deliğe ihtiyacım vardı, burası böylelikle doğdu. Yazdıkça biraz daha rahatlar oldum. Konuşmak için yaratıldığımı düşünen ben, konuşamadıklarımı yazmaya başladım. Her şey hakkında yazasım geldi. Mükemmel kaçışım aslında burası benim. Benim için tabu diyebileceğim tek bir konu var, o da başkalarının özel hayatı. 

Kimse ile ilişkim hakkında, onların hayatını etkileyecek detaylar vermemeye çalışıyorum. Aslında belkide sadece babamın fark ettiği bir durum var; ben tek bir şeyi yazıyorum. En azından çoğu yazı, tek bir kaynaktan geliyor.  

Aslında bu kadar uzamazdı bu yazma olayı. Tam, yeter artık, ne saçma saçma takılıyorum gene, oyun oynamak bitti, yazı yazmak başladı falan diyordum, güzel gözlü Tuğba (arkadaşımın arkadaşı) yazılarımı çok beğendiğini söyledi. 

Bunun önemini size şöyle anlatayım, tam gözümün içine baka baka, "senden bir bok olmaz, cümle bile kuramıyorsun", denilen sahne hala gözlerimin önünde. Bunu, ilk defa uğruna yazı yazmaya kalktığınız kişi söyleyince, gerçekten etkisi büyük oluyor. Beğenilmemeye o kadar alışmıştım ki, beğenilmek içimde havai fişekler patlattı. Hemde benimle bağı pek de yakın arkadaş olmayan biri tarafından beğenilmek. Birini etkilemiş olmak. 

Bir süre o gazla yazmaya devam ettim. Sonra, kendi arkadaşlarımla, fikrine önem verdiklerimle yazılarım hakkında konuştum, çoğu olumlu görüş bildirdi. Ancak hiç biri güzel gözlü gibi devamlı bir okuyucu olmadı. Ya da öylelerse bile benim haberim yok. Bu aşamada, tekrar, yeter bu kadar, yazmak artık o etkiyi yapmıyor bende diye düşünürken, bu sefer Gizem(çok eskiden bizim mahallede oturan, pek samimi olmadığımız bir arkadaş) mesaj attı. Bir süredir yazıları takip ediyormuş, ve bir yazımdan dolayı çok etkilenmiş falan filan. Burada önemli olan birinin gönlüne dokunmak değildi artık. Tam, siktir et, dediğim anda mesajı çekmesiydi. Gizem'e de direk söylediğim gibi, tam bırakırken, yazacak yeni bir güç verdi bana. Artık bu kadar sinyalden sonra bırakamazdım. Sırf hobi olarak bile olsa, sadece Gizem ve Tuğba okusa bile yazmaya devam edeceğim herhalde. Burada olmasa, onlara atacağım maillere ile yazarım. Nedir yani? İki kişi garanti

Moda demişken, o blogerlardan sonradan çok çektim. Eğer bilmem kaçıncı İstanbul moda haftası etkinliğinde çalışmam bir haftadan uzun olsaydı, sanırım katil falan olurdum. Hemde tek seferlik değil, seri katil olurdum. Ne kadar moda blogerı varsa ortadan temizlenecek böcek olarak görürdün. Ciddiyim, insanı çileden çıkaran çok bilmiş, eşcinsel görünümlü, sikik beyinli, orospu çocuğu(annesi hariç)...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder