Seksen darbesinden biraz önce, akşam üniversitesine giden bir gencin önü bir grup tarafından kesilir. Sen kimlerdensin diye sorarlar. Sordukları şey, hangi aileden olduğu değil. Zaten koca şehirde, kimse kimsenin ailesini sormaz. Sordukları şey, sağcı mı, yoksa solcu mu olduğudur. O dönemlerde, şimdiki gibi ikinci öğretim mantığı yoktu. Akşam ya da sabah okumak, seçim meselesidir. Sabahları çalışanlar, genellikle akşam okulunu seçerler. Bu nedenle de, siyasete ayıracak vakitleri pek kalmaz. Bizim gencin de, siyaset ile hiç bir alakası yok.
Gencimiz, kimseden olmadığını anlatmaya çalışır. Sabahları çalıştığını söyler. Karşıdakilerin kim olduğunu bilmediği için, ne iş yaptığını söylemez. Aslında çalışmak, ona yabancı bir kavram değil. İlk okuldan beri çalışır o. Yok yok, yoksulluktan çalışmıyor, babasının yanında, kapıkolu fabrikasında çalışıyor. Patron çocuğu gibi değil, ırgat gibi çalışıyor. Kir pas içinde kalıyor, işçiler ile yemek yiyor. Babası "gelme, işten bıkacaksın" dedikçe, o daha çok çalışıyor. Babası okuyamamış, üvey baba elinde büyümüş, okuyamamak nedir bilir. "60 yaşına kadar okutacağım seni" diyor. Bizim genç 18 yaşına geldiğin de, ki hala lise öğrencisidir, fabrikaya fifti-fifti ortak oluyor. Yavaş yavaş işçilikten, sorumluluk sahibi patronluğa geçiyor. Pazarlamaya falan çıkıyor. Babasının keyfi yerindedir. Bizim çocuk üniversite deyince, "işin var işte, ne okuyacaksın" demeye başlıyor. Bizim çocuk bu yüzden sabah işe gider, akşam okur. Siyasete pek vakti yoktur.
"Çalışsan da, derler, kimi destekliyorsun. İllaki bir fikrin vardır. Mesela, sağcı ile solcu kavga etse, hangisi ölsün sence?" Soruyu pek beğenmez, "kimse ölmesin," der. Sıkıştırırlar, illa ki biri ölecek. Neden illaki birinin ölmesi gerektiği, bizim gencin anlayacağı bir şey değil. O, siyasete kafa yoracak vakti olan, ülkeyi kurtarmak isteyen bu gençlerin bileceği bir iş. Bizim ki hem üretip, hem okuduğu için, haliyle anlamaz tabii ülke sorunlarından. Onun derdi daha çok geçim derdi. Bu gençler gibi ülkenin ali menfaatlerini düşünmez.
Her soruya cevabı kaçamak, asla sorunun tam karşılığı değil. Ülke o kadar karışık ki, korkmakta çok haklı. Davaları uğruna ölmeyi göze almış bir sürü genç var. Ölmeyi göze alan, öldürmeyi çoktan göze almıştır. Yanlış bir cevap, okumaya geldiği bu üniversitenin bahçesinde, canına mal olabilir. Çünkü karşısındaki ali menfaat bilirler için, kendilerinden olmayan herkes düşmandır. Kim oldukları fark etmez. Bu durum her iki grup içinde geçerli. Bizim genç sıkıştırılmaktan usanır, kaçamak cevaplar işe yaramaz olur, en sonunda kendisini açık eder. "Ben komünizme inanmıyorum" diyebilir. Şansı vardır, karşısındakiler komünist taraf değildir. Bırakırlar yoluna gider.
Anlatığım genç, şimdi baba. Bakmayın korkak bir görüntü çizdiğime, hiç korkak değildir. Hatta gereğinden fazla cesur bile denebilir. By-pass ameliyatıyla üç tıkalı kalp damarından ikisi değişmiş bir insan, hala sigara ve alkol kullanıyorsa, ona sadece cesur denir.
Çalışkanlık konusuna gelince, evet, hayli çalışkandır. Ayrıca ciddidir de. Ataerkil aile yapısına önem verir. Sürekli çocukları için de planlar yapar. Şansızdır da, iki oğlu da onunla aynı düşünmez. Hatta ufak olanı, sanki adama tepki olarak doğmuştur. Adam ne kadar çalışkansa, bu o kadar tembel. Adam ne kadar ciddiyse, bu o kadar laçka. Adam ne kadar ataerkil ise, bu o kadar ataerkil karşıtı(ona ne denirse artık). Adam ne kadar hırslıysa, bu o kadar hırssız. Bazen baba oğul olduklarına inanmayanlar oluyor. Zaten hiç benzemiyorlar. Adam sarışın, mavi gözlü, uzun boylu; çocuk esmer, kahverengi gözlü, orta boylu.
Atmış yaşına bir kaldı, hala çalışma derdinde. Defalarca dedi çocuğu, karısı, kardeşi, osu busu, "yeter, şimdiye kadar kazandığın sana yeter." Ama dinlemez, tek doğru onun doğrusudur. Belki farkındadır da başka doğruların olduğunun, ama hiç oralı olmaz, kendi bildiğini yapar. İşte küçük çocuğunun babasından aldığı tek özellikte, adamın belki de en kötü özelliğidir. Zaten laf aramızda, sülalesinde ne kadar hatalı gen varsa, bu salak çocuk gitmiş onu seçmiş gibidir. Kaşların ortada birleşmesi, sadece annesinin dayısında vardır mesela ya da köselik sadece kendi dayısında. Cilt kuruluğu ananeden, sırt ağrıları dededen.
Babaya dönersek, gerçekten evlatları açısından şanssızdır. İkisi de bir baltaya sap olma konusunda geç kalanlardan oldu. Hiç bir başarıları olmamasına rağmen, adam çocuklarına hala güvenir. Övünebileceği ufacık şeyler ile bile övünür. Pek belli etmez, edemez ama çok düşkündür çocuklarına. Ne kadar düşkün olduğunu, çocukları zor duruma düştüğünde, istemese de fazlasıyla gösterir. Her zaman onlar için en iyisini ister. Dediğim gibi, en iyisini de o bilir.
Ben ise, her şeyde olduğu gibi, bu konuda da babama tepki olarak doğmuşum. En doğrunun, benim doğrum olduğunu göstermek için. İnanın, bu bir rekabet olsaydı, babam kaybetmekten, benim haklı çıkmamdan mutlu olurdu. Zaten bir şeyler başarmayı da, babam benimle gurur duysun diye istiyorum. Şimdiye kadar üzdük, bari gurur duymasını da sağlayalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder