1 Mayıs 2014 Perşembe

Roma İmparatoru

Osmanlı Sulatanı yakıştırması yapılıyor da, aslında çok yanlış. Bırakın sultanı, vezir dahi olamadı bu adam Osmanlı'da. Ancak Roma İmparatoru olurdu. Zaten yaptıkları ve yapmak istedikleri ile Roma İmparatorlarının davranışlarını sergiliyoliyor.

Roma imparatorları, isim olarak, Sezar'ı ve Agustos'u kullanırlar. Kendilerinden önce gelmiş olan, halk tarafından kabul görmüş kişileri, kendi hükümranlıkları için meşrutiyet kazandırmak için. Dikkat edin, hakkında şaibeler arttıkça, başbakanımız, Menderes'ten dem vurmaya başladı. Kendisini Menderesin vasisi ilan etmiş durumda. İmkanı olsa, adının başına sıfat olarak Menderes'i alır. Ayrıca kendisine bağlı basın da onu Özal'ın varisi ilan etmiş durumda.

Pontifex Maksimus nedir bilir misiniz? Roma'da en yüksek dini makamdır. Agustos ile birlikte, siyasal da bir hal aldı bu makam. Tabii ki imparator, ayrıca bu sıfata da sahip oldu. Bakmayın siz halife yakıştırmalarına. Kendisi aslında Pontifez Maximus'tur. Bir peygamber halifesi ya da peygamber gibi değil, adeta bir tanrı gibi davranmaktadır. İlk iki sıfat bile üzerine kat ve kat bol iken hem de. Ona dokunmak ibadet, doğduğu şehir kutsal, o adeta bir ikinci peygamber. Yandaşlarının bu aşırı benzetmelerine bir kere olsun "haşa" dedi mi? Yok. Ne dedi? "Bizim rahmetimiz, gazabımızı aşacak" dedi. Bilmeyenler için söyleleyim, İslam'da rahmet de, gazap da Allah'tan gelir.

İmparator Agustus, özellikle Helenistik Kültür'ün geçerli olduğu yerlerde kendi üzerinden bir İmparator Kültü yaratma çabasındaydı. Böylelikle Helen Kültürü'ne karşı bir bir Roma geleneği oturtmak istedi. Peki neydi bu kült? Sezar zaten ölümünden sonra bir Roma tanrısı olarak görülmeye başlanmıştı. Yeğeni aşağıda kalmak istemedi, kendisini yaşarken tanrı ilan etti. Roma imparatoru üzerinden mevcut Roma dinini bir bozulmaya uğratarak, imparatora dini konum sağladı. Eski dünyanın batısına İskender'in taşıdığı tanrı kral kültü, Agustus ile pekişmiş oldu. Neden anlattım bunları? Çünkü ilk Roma İmparatoru bile yönetiminin meşrutiyeti için dini tahrip etmekten, kendine kutsiyet atfermekten çekinmemişti. Aynı kafada olan bizim adamın neden kendisine tanrı gibi davranılmasına ses çıkarmadığı, "haşa" demek yerine daha da çoşturduğunu anlamak için bu örnek bile yeterli. Adamın İslam'ım "İ"si ile alakasının olmadığını açıklamaya zahmet bile etmem.

Güç sarhoşluğu da Roma İmparatorlarının tipik özelliklerindendir.  Caligula en güzel örneklerdendir. Her ne kadar İmparatorluk sistemine geçilmiş olsa da, Roma da hala bir senatonun varlığı söz konusuydu. Bu göç delisi, paranoyak adam, senatonun kendi aleyhinde bir komplo yapacağına çok emindi. Her fırsatta Roma'nın klasik kurumlarının en değerlisi olan senato ile uğraşmaktan çekinmedi. Klasik dönemden kalam her kurum ile kavgalıydı. Tek güç odağı kendi olmasına rağmen, hala diğer kurumlardan korkar, sürekli itibarları ile oynamak isterdi. O kadar ki, Roma Senatosuna atını senatör olarak atamak istedi. Hem senatoyu aşağılıyor, hem de atın seyisleri aracılığıyla senatoyu sürekli dinleme şansı buluyordu. Aşağılamanın, güç manyaklığının, deliliğin bu kadarı. kurumlar ile sürekli kavgalı olması size tanıdık geldi mi?

Roma imparatorları mutlak gücün tek hakimi midir? Hayır. Nedeni anlamak için ilk imparatorun amcası, ayrıca ilk ömür boyu diktatör ilan edilen Sezar'a bir göz atalım. Sezar, Crasssus ve Pompey Roma'yı yönetmek için kurulmuş üçlü ittifakın taraflarıydı. Üçü de, savaş ile zengin olan ve yeni savaşlara sponsor olan adamlardır. Sistem basit, zengin bir general Roma ordusuna sponsor olarak savaşa girer, elde edilen topraklardan pay alır, zenginliğini arttırır. Bu üç adam da zengin generallerdi. Crassus'un  ölümüne kadar işler yolunda gitti. Fakat onun ölümü ile ittifak bitti, iç savaş başladı. Sezar iç savaşın galibi oldu.

Peki bunları neden anlattım? Çünkü her ne kadar Sezar galip gelmiş olsa da, tüm karşıtları Roma'dan def olmamışlardı. Roma o kadar büyük bir pastaydı ki, kimse tek başına yiyemezdi. Ve her zaman, paraya ihtiyaç vardı. Aslında Roma İmparatoru, sadece eşitler arasında birinciydi. İmparatorluk hanedanı dışında onun kadar güçlü olabilecek pek çok hanedan vardı. İmparator, bu haneler arasında dengeyi kurmalı ve onların desteğini arkasına almalıydı. Bu yüzden asla tam muktedir olamazdı. Osmanlı da ise sistem daha değişiktir. Özellikle Fatih'ten sonra Osmanoğlulları dışında hiç bir aile devlet yönetiminde değildi. Osmanlılar dışında bir ailenin zenginleşmesine de izin verilmezdi. Bu nedenler sermaye birikimi falan olmadı Osmanlı'da ama o çok başka hikaye.

Bizim ki ile bağlantı mı? Arkasındaki kitle desteğine rağmen hala devletin tek hakimi olamadı. Düne kadar ittifak kurmak zorunda oldukları ile arası açıldı. Bugün yanında olan iş adamları var. Yarın ne olacağı belirsiz. Pastayı tek başına yemiyor, yiyemiyor. Caligula gibi tek hakim olmayı deniyor, ama artık her geçen gün kan kaybediyor. Pastayı paylaştıkları, kendi paylarına düşen konusun da tamahkar oldukça, her gün gücü eriyecek. Son kavganın nedeni de kesinlikle budur. Pastanın paylaşımı...

Roma'da toplumun nabzını tutan şey, oyunlardı. Hepimizin bildiği gladyatör oyunları falan. Oyunları öyle her kafasına esen düzenleyemezdi. Klasik cumhuriyet döneminden beri devlet arenaları kendi kontrolünde tutardı. İmparatorluk devrinin gelmesi ile, arena ve diğer toplum araçları üzerindeki kontrol artmıştır. Tiyatro ve arenaları bugünün medyası olarak düşünebiliriz. O dönemde bu etkiyi yapacak tek araçta onlardı. Bizim arkadaşın neden havuz medyası falan kurduğunu burada ararsınız. Gene seleflerini örnek alıyor.

Aslında bu saydıklarımın pek çoğu, tüm tiranlar için geçerlidir. Pek çok tiran, kendisinden önceki tiranların başarılı uygulamaları taklit edegelmiştir. Atina'nın en meşhur tiranı Peisistratos vardır. İlk denemesinde, kendisini dövdürterek maduriyet yaratmıştır. Başarılı olamamıştır. İkinci denemede, köylü bir kızı süleyip püsleyip Athena kılığına sokmuş, dini duygulara oynamıştır. Kısmi başarı kazansa da, kısa süre sonra tekrar Atina'dan uzaklaştırılmıştır. Son denemesinde, Atina'nın ileri gelen zenginleri ile anlamış, denemesini öyle yapmıştır. Mutlak başarı böyle gelmiştir. Hayatının sonuna kadar tiran olarak atina yönetiminde kalmıştır. Tiranlığı boyunca niceliğe oynamayı çok iyi başarmış, kitleyi arkasında tutmuştur.

İster Roma imparatoru olun, iste Atina tiranı, isterseniz de bizim ki olun, en büyük ihtiyacınız, kitlelerin algıları ile oynamaktır. Osmanlı özellikle imparatorluk devrindeki meşru gücü sayesinde asla kitleye yaranmak zorunda kalmamıştır. Onlar için meşruyetin kaynağı, adalet olmuştur. Geri kalanlar içinse, kitlelerin çoşkusu. Ve Jack London'ın bana öğrettikleri içinde her zaman en geçerli olacak olanı, kitlelerin asla beyni yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder