15 Mayıs 2014 Perşembe

Devlet

Lise son sınıfa geçtiğim yıl, tarih okuyabilmek için sözel alana geçmiştim. Okulumda sözel sınıf bulunmadığı için, başka bir liseye misafir öğrenci olarak yollandım. Yeni okulumda ilk dersim, felsefeydi, konu ise Devlet felsefesi. Öğretmen benim gibi okula yeni gelmiş misafir öğrencilerden birine, "devlet nedir" diye sordu. Sorduğuna da pişman olmuştur. 

"Devlet egemen sınıfların halkı sömürme aracı olarak ortaya koydukları sistemdir" vesaire vesaire...

On yedi yaşında iki kitap okuyarak ve bir kaç abisinden nutuk dinleyerek devleti ve tüm sistemleri çözdüğüne inanan kardeşlerim, Vietnam da başlayan hareketi Paris kaynaklı sanıp ithal etmiş 68 kuşağı amcalarım, teyzelerim ve artık fosil denebilecek bir sistemin peşinden hala koşmaya çalışan, ama iş hayatına atıldıkları gün tüm söylemlerini unutan arkadaşlarım, mutlu olmanız gerek, çünkü artık devlet olmayan bir ülkede yaşıyorsunuz. Siz siyasetin "S" sinden anlamadığınız için, devleti ortadan kaldıran başkaları oldu. Siz tiranlık kuracağınıza, başkaları tiranlık kurdu. Şimdi hiç ağlamayın, istediğiniz olmadı diye, çünkü istediğiniz tam olarak buydu. Devletin ortadan kalkması. 

Bugün, fiilen olmayan, sadece isim olarak var olan bir devlet rejimini yaşıyoruz. Yaşadağımızın adı tam anlamıyla anarşidir. 

Devler, asıl olarak bir fikirdir. Yöneten ile yönetilen arasında bir pakttır. İngilizlerin Magna Carta'sından daha önce, Nizam'l-Mülk tarafından yazılmıştır. Yönetenin ve yönetilenin görev ve sorumlulukları bellidir. Eğer iki sınıftan biri, görev ve sorumluluklarını ihmal ederse, devlet ortadan kalkar. Bu da kaçınılmaz olarak anarşiyi doğurur ve anarşiden yeni bir düzen doğar. Şu an yaşadığımız, mutlak anarşiden bir adım öncesidir. 

Devlet, kurumları olan bir yapıdır. Tüm kurumları ile tek bir amaç doğrultusunda çalışır. Yöneten ve yönetilen, güçlü ve güçsüz arasındaki dengenin kurulup korunması. Zaman içinde bu dengenin kantarı bir taraftan bir tarafa kayar, sisteme göre bir taraf baskın olur. Denge için en önemli ayak, adalettir. Tüm diğer kurumlar çürüse bile, adalet bir devleti ayakta tutmak için bir asa gibi görev yapar. 

Bugün bizde ise, devletin ayakta olan tek bir kurumu bile yoktur. Yasamayı yapan meclis kilit vaziyettedir. On iki yıldır çoğunluğu oluşturan partinin siyasetini uygulayabilmek için meşrutiyet aracıdır. Noter görevi gören cumhurbaşkanından pek bir farkı yoktur. Muhalefet azı ile kuş tutsa, ne bugünkü gibi bir madene denetim yaptırabilmek de, ne de dış politika hakkında en ufak bir müdahale yapabilmekte. 

Yürütme dediğiniz, kanun namında kararname ile yasamaya bile tecavüz eder vaziyetteyken, sana bana nasıl etmesin? Tek vazifesi devletin varlıklarını ona buna peşkeş çekip, ele geçen para ile yandaş müthayitlerine yol ve bina yaptırmakmış gibi davranıyor. Birde Yeni Osmanlı diye baştan sakat olan Osmanlı Devleti'nin son döneminde ümmetçilik adı ile denenmiş bir politikayı hayata geçirmeye çalışmak var. Ne yapmaya çalıştıklarının kendileri bile farkında değiller, Osmanlının "O"sundan haberdar değiller. Hücre gibi evlerde, hayat bile yaşamadan bugünlere gelmiş kafaları ile ülke yönetme derdindeler. Hırsız ve uğursuz ve beceriksiz insanlardan kurulu bir kabinemiz var. Herhangi bir bakan, kendi alanında, gaf yapmadan yarım saat konuşamaz durumda. Ellerine kağıt verseniz onu okumayı bile beceremeyecek olanlar var. En salağı, akademik kariyeri en şişkin olan iken, varın halleri siz düşünün. 

Yargı zaten tamamen göte gelmiş durumda. O ünlü referandumdan beri bu halde idi ama bu kadar ayan beyan ortaya dökülmemişti. Kendi elleri ile yarattıkları canavara teslim ettiler önce, şimdi paralel diye sızlanıyorlar. Cemaatin paralel yaptığı bir iş var ise, o da A.K.P. ile birlikte devletin ortadan kaldırılmasıdır. O gözü kapalı olması gereken, bir elinde kılıç bir elinde terazi buluna kadının adı Themis'tir. Zeus bile bu titana bu kadar zulmetmedi. Kadının gözünü açtılar, eteğini uzattılar. Kafaları adalete değil, başka şeylere çalıştığı için çok normal. Bugünde Themis'i sattıkları canavar ile boğuşuyorlar. 

Ordu desek, baştan kokuyor. Uzun yıllar Türkiye Cumhuriyetinde en güvenilen kurum olarak görüldü. Aslında sadece ülkeyi kuran asker takımının ekmeğini yiyorlar. 1960 yılında ihtilal yaptığını sanan, aslında neye alet olduğunun farkında bile olmayan subaylardan beri, Türk Ordusu siyasetin tam göbeğindedir. Biz geçmişimizin en ağır darbelerinden birini, belkide en ağırını ordunun siyaset sevdası yüzünden aldık. Osmanlı Devleti'nin merkez toprakları Anadolu değil, Rumeli'ydi. Balkan Savaşı'nda biz Osmanlının merkez topraklarını, ordunun siyasetin içinde olmasından dolayı kaybettik. 

Sadece siyaset merakı mı? Bugün başbakanın emir eri olan bir genel kurmay başkanı var. Odu siyasetten görünür de uzakta. En azında artık muhalif değil. Peki ordu da kim kaldı? Türk ordusunun en başarılı subayları sahte belgeler ile zindanlara atıldılar. Emekliliğe zorlandılar, olmadı yalan dolan ile ordudan atıldılar. Geri kalanlar ise tüm bunlar olurken, "başımıza bir şey gelmesin" diyerek sessiz kaldılar. Silah arkadaşlarına görünürde bile sahip çıkamadılar. Süleymaniye de başlarına çuval geçirilmesine müsaade eden ordudan da bu beklenirdi. Biz o gün sadece ordumuzun şerefini değil, Güney Anadolu topraklarımızı da kaybettik. Subayının başına çuval geçirilmesine seyirci kalmış bir devler, şeref ve haysiyetten yoksundur. Sadece çuval olayı ile de kalmadı. Mavi Marmara olayı ile açık denizde vatandaşları öldürülen bir devlette fiilen ben varım deme hakkına sahip değildir. Savaş ilan etmesi gereken yerde, geminin bandırasını kim değiştirdiyse, bu devleti fiilen ortadan kaldıran da o olmuştur. Bitti mi? Bitmedi. Uludere'de emrin kimden çıktığını bilip de hala susan devlet görevlileri, bu devletin cenaze namazını kılanlardır. Nasıl bir devlet anlayışı ki, 35 vatandaşının  katilini üç yıldır ortaya çıkaramamıştır. Çünkü emri veren, kendini devlet sanandır. Buna seyirci kalan herkes, 35 kişinin olmasa da, devletin katilidir. En azından o pilot çıkıp emri kimin verdiğini söyleseydi be? Kimin hatası ile 35 cana kıydığını söylese de, kendi vicdanını biraz olsun temizlese. Gerçi ne gerek var, zaten herkes emrin kimden geldiğini biliyor. 

Üniversiteler hiç bir zaman tam olarak ilim yuvası olamadılar zaten. Ya YÖK sayesinde yüksek lise oldular, ya da bilim yerine siyaset üretmeye meraklı öğrenciler tarafından kışlaya çevrildiler. Bugün geldiğimiz noktada devlet kadar, üniversitelere siyasetin göbeğine çeken o çok bilmiş, ama önünü görememiş öğrencilerin payı büyüktür. Eserleri ile gurur duysunlar. 

Devletin falan olmadığına en güzel örnek, aslında yardım kampanyaları. Nasıl bir devlet ki en az nüfus yoğunluğuna sahip illerinden birindeki depremin hasarını bile vatandaşın yardım kampanyası olmadan karşılayamıyor. Nasıl bir devlet ki, ilin toplam değerinden daha fazla para bağışı yapılmışken, hala bölgede sorunları çözmüş olamıyor. Ve nasıl vatandaşlar ki, bağış yaparken, "ya bu devlet ne iş yapar arkadaş" diye hiç düşünmüyor. Ve, ve nasıl insanlar ki, yapılan bağışları cepliyor, kendisine ait olmayan evin parasını isteyebiliyor? 

Sadece bir partinin devleti kendine bağlama çabası mı yok etti devleti? Hayır, bu devletin ortadan kalmış olmasının nedeni bizleriz. Sen ben eve o, biz siz ve onlar. Hepimizin payı var bunda. Okulunu okumayı bile becerememiş benim payım var. Faydalı olmak yerine en kısa yoldan voleyi vurmaya çalışan senin rolün var, ithal fikir akımlarını biraz bile sorgulamadan kabul eden, "nedir bu" diye düşünmeden peşine takılan onun suçu var. Aydınlar mı? Bu ülkede aydın olmak devlete küfretmekten geçer. Devlet katil demek, seni aydın yapar. Bu devletin değil, şunun hatası demek ise seni içeri tıkar. Katil olan devlet değildir, devleti yönetendir. Kim gelse aynı şeyler olacak deme, aynı şeyler olmayacak adamları destekle. Hemen sisteme bok atıyorsun, maden bu kadar iyi anladın bu sistemi, o zaman yönet onu. İnsan çözdüğü, anladığı şeyi yönetebilir de. Bu salaklar bile iktidar oldu ise, senin gibi hemen sistem çözmüş adamın yarın devletin başında yerini alması gerekir. 

Sendika diye bir şey var başka yerlerde. Biz de isimlerini sadece bir mayıslarda duyduğumuz oluşumlar. Zamanında bir taşeron şirkette host olarak çalışmıştım. Bir şirket kongreyi üstlenir ve benim de çalıştığım şirketten eleman talep eder. Sendikanın neden gerekli olduğunu saat 07:00'dan, 03:30'a kadar aralıksız çalıştırıldığım zaman anladım ben. Bizde sendikalar bu emek sömürüsüne engel olmaya çalışacaklarına, bir mayıslarda taksime çıkmaya çalışıyorlar. Siktir et lan bir mayısı, o enerjiyi taşeron ile  savaşa harca sen. Sendikalaşmayı özendir. İnsanlar senin adını sadece polis ile çatışma haberlerinde duyarsa, senin nasıl bir imajın olur? Biraz bunları düşünsene be sendika. 

Ne devlet var ortada, ne halk. Peki şu meşhur derin devlet nerelerde? Hani şu "zaafiyete uğrayan devlet otoritesini yeniden tahsis etmek için" diyen falan? Yani bu amaç için hareket eden, ama başkalarının çocukları olamayan insanlar? Bir kısmı zindan da, peki diğerleri? Devletin bekası için elini pisliğe sokacak, ama ertesi gün ceza aldığı zaman ağlamayacak ya da menfaatini düşünmeyecek insanlar? Nerede bunlar? Belki de onlar hiç yoktu, belki de sadece başkalarının çocukları vardı. Belki o görevi hakkı ile yapan son insanlar, sadece Osmanlı subay ve aydınlarıydı. Belki de, hala bekliyorlar, doğru an ve zamanı kolluyorlar.

Devlet falan yokken ortada, hiç şaşırmayın ölen kadınlar, işçilere, çocuklara, gençlere. Hiç şaşırmayın meydanların her gün gaz odasına dönmesine. Hiç şaşırmayın büyük vurgunlara, talana, yağmaya. hiç şaşırmayın doğanın katline. Asla şaşırmayın, en ucuz olanın insan hayatı olmasına. 

Bugün çok üzüldüm ya, ölen madencilere üzülmedim, bunu artık kabullenmiş olmama üzüldüm. Hiç umurumda olmadı o yiten canlar, o kadar uzak geldiler ki bana, buna kahroldum. Ülkesini iki yüz yıl önce ile kıyaslayan adam yüzünden utandım. Tüm bunlara engel olacak en ufak bir şey yapamayacağım için tükenmiş hissettim. Kendimde dahil, hepimizin Allah belasını versin, daha ne kadarını verecekse. Biz bunu hak ettik. Mücadele etmediğimiz her salisemiz ile bunu hak ettik, daha beter olalım. Daha dibe inelim. Madenin dibine inip dinamit ile girişi patlatalım. Sonra o karanlıktan bir çıkış doğsun, ölelim ölelim ölelim, belki bizden sonra gelecek olanlar bu vatanın, hakkını verebileceklerdir, onlara mani olmamak için ölelim ölelim ve ölelim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder