Bu odun herifle neden evlendim ki ben? Evet, odun herif. Hoş biri, başarılı iş adamı, saygın adam, duygusuz erkek, ilgisiz mahluk, odun herif... Başarısız bir mantık evliliğine giden yolda ve sonrasında erkeğin kadın gözündeki değişimi aşağı yukarı böyle oluyor.
Tırnaklarını kucağındaki yastığa geçirmiş, biraz daha uğraşırsa yastığı delmeyi başaracak. Ya yiyecek o tırnakları, ya da bir yerlere geçirmeye çalışacak. Stres altında onun ve tırnaklarının sadece bu iki seçeneği var. Manikürünü bozmayı göze alamadığı için, çokça yıldır tırnaklarını yemiyor, onun yerine bulduğu yastıklara tırnaklarını geçiriyor. Tıpkı şu anda yaptığı gibi bir yandan da ayaklarını topuklu ayakkabılarının topuklarını aynı ritmle yere vurarak yapıyor bunu. Çıkardığı berbat gürültünün farkında. Kocasının ne zaman bu gürültüye tepki vereceğini gözlüyor. Daha doğrusu, gözlerini kocasına dikmiş, onun herhangi bir tepki vermesini bekliyor.
Evet, evde sadece kocası ve kendisi varken bile, evde topuklu ayakkabı ile dolaşır. Bugün üzerinde, tek parça, sırtını kalça çizgilerine kadar açıkta bırakan ve ayrıca derin bir göğüs dekoltesi olan bir elbise giyiyor. Sadece topuklarını yere vurduğu ayakkabılar bile ülkedeki askeri ücretten daha fazla para ediyor. Özel tasarım elbisesinin pahasını siz düşünün. Eğer bir zaman makinesi olsaydı, geçmişe gider ve anne babasının karşısında pijamaları ile oturduğu günleri değiştirirdi, ki bunu yapmayı lise geçtiği gün bırakmıştı. Şık olmak, çoğu insan için başkalarına iyi görünmek demektir. Onun için ise bir yaşam tarzıdır. Issız adaya düşse, yanında isteyeceği üç şey de kıyafet olurdu herhalde.
Kocası kahvaltıdan sonra gazetelere gömüldü. Bu eve her çoğu kişinin adını bile bilmediği yerli yabancı pek çok gazete giriyor. Ekonomi sayfaları adama, magazin ve moda sayfaları kadına dağılıyor. Kadın bir ikisine göz atıp bırakırken, adam öğleden sonraya kadar gazete okumaya devam ediyor. Hıristiyanlar dinleri gereği pazar ayinleri yaparlar, bu adam için pazar ayini işte bu gazeteler ve onların ekonomi sayfaları. Sadece yerli değil yabancı basını da takip ediyor. Gazeteler ile işi bitince, eline internete giren bir cihaz alır ve çeşitli ekonomi sitelerinde ayine devam eder. Kadın normalde bu ayinsel duruma bugünkü kadar sinir olmaz. Çünkü içinde yaşadığı bu sefanın adamın işkolikliği sayesinde olduğunun farkında. Sadece büyük partiye bir hafta kalmışken adamın bunu hiç umursamadan hayatına olduğu gibi devam etmesi sinirlerini fazlasıyla geriyor. Yaşadığı strese, bir de bu umursamaz odun adamın rahatlığı eklenince, tırnaklara yastık yolu görünüyor.
Büyük bir davete hazırlanıyor kadın. Bu işkolik adamdan olma kızının beşinci doğum günü partisine. Daha önünde bir haftası var, ancak amaç mükemmellik ise, zaman hiç bir zaman yeterli değildir. Bu ve benzeri partiler kadının hayatının en önemli parçaları. Lisedeyken en önemli şey, en yakışıklı oğlan ile birlikte olmaktı. Üniversitede okulun en popüler insanlarından olmak, sonra en iyi kocayı bulmak. Şimdi ise, en iyi eş ve anne olmak. Ama eğer bu enleri gösterebileceğiniz fırsatlar yoksa, hiçbirinin bir anlamı kalmaz.
Lise mezuniyetinin en güzel kızı, okul birincisinden daha fazla hatırlanır.
Çocukların doğum günü olsa da, aslında partilerin anneler için olduğunu herkes bilir. Bir yaşındaki bir kızın doğum gününü büyük bir parti ile kutlamanın başka nasıl bir anlamı olabilir ki? Yada beş yaşındaki çocukların? Davetli çocukların her mutluluk çığlığı ev sahibinin zafer nidası gibidir. Ve çocukların partiden eve dönmek istememeleri, annelerinin mağlubiyet ağıtıdır.
Tüm lise ve üniversite bu partiye davetli olacaklar. Doğum günü kızının, yani Nira'nın kreşten arkadaşları ve onların anneleri de davetli. Çeşitli vesileler ile tanıştığı bir kaç şarkıcı, aktris ve iş kadını da davetli. Haset ile ona ve yaşamına bakacak ne kadar göz varsa, onun için o kadar iyi olacak. İşte bunun için, partinin kusursuz olması gerekiyor. Sadece bir haftası kaldı, ama daha partiyi emanet edeceği şirketi bile seçemedi. O kadar fazla faktör devrede oluyor ki, hata yapmak kaçınılmaz gibi. En iyilerin, en iyisini bulmak için, farklı bir bakış açısından fikir almak için kocasına ihtiyacı var. Ama adam, işi ile o kadar meşgul ki, bilmem nereli hizmetçinin fora sergilenen memelerine bakmak için bile kafasını kaldırmıyor.
Ah bu hizmetçi kadın, boşuna evin içinde porno yıldızı gibi dolanan, zavallı kadın. Sanki bir şey fark edecekmiş gibi adamı baştan çıkarmaya çalışan yabancı uyruklu kadın. Bilmem hangi fakir ülkenin, beyaz tenli, koca memeli, kendini şeytan sanan kadını. Eğer adamın kafasını o gazetelerden kaldırtmayı başarsa, hatta adamın başka yerlerini kaldırmayı başarsa, sonra adam ile birlikte olup hamile kalasa bile, değişen hiç bir şey olmaz. Çocuk ya bu saf kadının rızası ile ya da rızası dışında daha doğmadan ortadan kaldırılır. Hizmetçide geldiği yere aynen geri postalanır. Bizim aile ise kadının üç beş sinir krizi, adamın her kriz için bir kaç bin dolar harcaması sonrasında olayı unutur gider.
Gerçi tüm bunlar çok düşük ihtimal, çünkü adam evdeki hizmetçiyi düzecek kadar salak değil. Zaten bu hizmetçiyi işe alanda adam değil, kadın. Evin ve çocuğun diğer tüm işleri gibi, hizmetçi seçmek ve kovmak da kadının işi bu evde. Yabancı uyruklu güzel bir kadını işe almasının sebebi Amerikan filmi karikatür bir ortam yaratmak değildi elbette. Bu güzel hizmetçinin evdeki varlığı, kadının arkadaşlarına kendine güvenini göstermenin sadece bir yolu. O kendine o kadar güvenir ki, evde bir Afrodit dolaşmasından bile rahatsız olmaz. Afrodit'ten bile daha kadındır çünkü o.
Ne Afrodit'in kendisi, ne de kendini ondan daha kadın olarak gören Sinem, evet, adı sinem bu arada, bu adama işini bırakıp kendisi ile ilgilenmesini sağlayamaz. Denemekten de bir zarar gelmez. Yastığı tırnaklamayı bırakıp, ayağa kalkıyor. Topuklarını yere vura vura adamın oturduğu masaya doğru gidiyor. Poposunu masanın kenarına yaslıyor, sol eliyle adamın elindeki gazeteyi aşağıya doğru çekiyor. Bunu yaparken göğüs dekoltesinin pembe meme uçlarını bile göstermesini sağlayacak kadar açılması için, belini kırıp öne doğru eğliyor. Adam önce işi ile arasına giren ele, sonra kadına kadının bütününe bakıyor. Basit bir porno film için giriş sahnesi olabilecek bu sahne, adamı çok da heyecanlandırmıyor. Onun yerine, bilmem nere borsasındaki, bilmem ne hissesi hakkında okuduğu haberde kalıyor aklı. Haberin devamını okuyamayacağının farkında. En azından, önce kadın ile ilgilenmeden bunu yapamaz. Kadının onu rahat bırakmayacağını bilecek kadar tanıyor karısını. Sonra "iyi, o daha iyi artık" diye düşünüyor. Yaşanan trajediden sonra kadının toparlanamayacağını düşündü uzun süre.
Annesini hiç tanımadı bu adam, doğum sırasında öldü kadın. Babası bu ölümü asla atlatamadı. Hayatta bildiği tek aşkı kaybetmişti adam. Alkolik oldu. Doğan çocuğu ise asla sahiplenemedi. Büyük bir bunalım içindeyken, iş hayatınızla pek ilgilenemezsiniz. Adamın servet, her geçen gün eridi. Har vurup harman savurdu. Akbabalar etrafından hiç eksik olmadı. Adamın tüm serveti bu akbabalarca paylaşıldı. En büyük parçaları adamın kardeşi kaptı. Önce servetini, sonra karısını kaybeden adam, son olarak kardeşinin ihanetine uğradı ve... Ve bu kadarını kaldıramadı. Kendi silahı ile kendini vurdu. Akbaba kralı amca, o kadar da vicdansız değilmiş ki, yeğenine sahip çıktı. Onu yetiştirdi ve varisi ilan etti. Hiç evlenmedi. Çocuğu olmadı.
Bizim adama babasından miras bir fikir kaldı, "asla aşık olma." Ve amcasının doğadan öğrendiğini, o amcasından öğrendi. Güçlü olan, güçsüz olanı yer. Tüm hayatını bu iki ilke ile yönetti. Babasından amcasına geçen serveti katladı. Amcasını akıl hastası ilan edip tımarhaneye kapattırdı. Her şeyin tek sahibi olduğunda, daha otuz yaşına varmamıştı. İş dünyasında dedikodular, mahallere kadınlarına parmak ısırtır. Tüm geçmişi herkesçe biliniyordu. Hile, ihanet ve karanlık ilişkiler ile dolu geçmişi. Bu onun prestijine zarar veriyordu, ve prestijdeki bir çizik bile, zaaf demekti. Eğer bir zaafın önü alınmaz ise, o büyür ve büyür ve büyür...
İşte bu yüzden Selin ile evlendi. Saygın bir ailenin, "eğitimli" kızı. Av köpekleri gibi gördü onu. Nasıl ki bu köpekler vurulan avı getirmeye eğitilirse, Selin de prestijdeki delikleri kapatmak için eğitilmişti. Varlığının tek nedeni parlamak olan bir yıldız gibi.
Her şey harikaydı. Katıldıkları davetlerde onun karanlık geçmişi değil, karısının ışıltısı konuşuluyordu. Daha önce tüm servetine rağmen kendisine kapalı olan kapılar birer birer açılıyor, yeni bir ivmeyle daha da yükseliyordu. Tüm bunları olanaklı kılan kadına da şükran duyuyordu. Sevgi değil, saygı ve şükran. Onun mutluluğu için, ona bir çocuk verdi. Bir kadın, bu hayatı çocuğu olmadan yaşayamazdı. Evliliklerinde eksik olan sevgi açığını, bu çocuk tamamlayacaktı. Ne kadın, ne çocuğu onun için kişisel değildi. Her şey işin bir parçasıydı. Bu yüzden mükemmel bir idare sergiliyordu. Her hamle, bir planın parçasıydı. Satranç oynar gibi yürütebiliyordu ilişkileri. Ama söz konusu insan olunca, hayat satranç kadar basit olmuyor. Hayatın matematiği satranç kadar kesin değil. Bazen, gözden kaçan ufak bir şeyler, büyüyor, büyüyor ve büyüyor... Sonuç ise bir trajedi oluyor.
Şimdi masaya oturmuş, tüm albenisi ile onu kendine çekmeye çalışan bu karısına bakıyor. "Evet, daha iyi, daha iyi" diye geçiriyor aklından. Artık istekleri uyanmış olmalı, yavaş yavaş, eski haline dönecektir. İnsan her şeyi atlatır zaten. Başaramayacak diye boşuna endişelendim. Yarın avukatlara boşanma davası hazırlıklarını bekletmelerini söylemeliyim. Ama önce, ona istediğini vermeli ve düzelme sürecini hızlandırmalıyım.
Kafasından düşünceleri silip karısına doğru uzandı. Ön sevişme, arzular şelale... Hemen orada, salonun ortasında masanın üzerinde olsun istiyordu sanki kadın. Adam her geçen saniye, karısının eski haline döneceğine daha emin gibiydi. Hiç bir şey olmamış gibi sevişiyordu. Sanki daha bir ay önce evin içinde sarhoş ve paspal bir şekilde dolanan kadın bu değildi. Sanki daha bir hafta önce ona dokundu diye çığlık çığlığa ağlamaya başlayan, yaşadığı sinir krizini eve gelen doktorun yaptığın sakinleştiriciler ile atlatan kadın bu değildi. Önce kıyafetler geri geldi, sonra alkol saçmalığı bitti ve şimdi de bu. Şimdi sırası değil dedi adam kendi kendine. Kafamı düşüncelerden arındırmalı ve kendimi işime vermeliyim. Şimdi ki işim düşünmek değil, sadece sevişmek.
Kadın zafere giden yolda biraz şaşkındı. Her şey çok kolay oluyordu. Daha önce adamın kafasını işinden alması hiç bu kadar kolay olmamıştı. Tüm hareketleri otomatikti, mekanik bir sevişme makinesi gibiydi vücudu. aklı ise, doğru zamanı kollayan bir avcı gibi çalışıyordu. en doğru anda, parti için yardımını istemeliydi. İyi bir avcı, avını ve silahını iyi tanıyan değil miydi? E o zaman şaşırmaya gerek yoktu. Kadının kendi kadınlığı tüm tarih boyunca en büyük silahı olmuştu. Ve güçlü bir erkek, her zaman en önemli av olmuştu. Lilith'in kızları ile Havva'nın kezbanlarının aptal Ademoğulları üzerindeki hakimiyet savaşı. İşte tarih, sadece bundan ibaretti. Ve kazanan hep belliydi.
O pasaklı feministlerin ne söylediği umurunda bile değildi. Kadının tek gerçekliği, kendi kadınlığıdır. Ne emek peşinde koşmak, ne anne olmak kadının gerçekliği olabilir. Kadını kadın yapan, erkeği yönetebilmektir. Anne olmak bile bundan sonra gelir. Anne olduğu ilk günler geldi birden aklına. Hiç bir şeye benzemeyen, onu büyük bir zaafa uğratan o his. Daha önce hiç bir şeyi, hatta kendisini bile bu kadar sevebileceğini düşünmemişti .Bir anda, kendi olduğundan çok daha farklı biri oldu sanki. Aşık olmanın ne demek olduğunu bilseydi, aşık olduğunu anlardı. Anlayamadı. Anlayamayınca, korktu, korktukça çocuğundan, kızından kaçtı. En çok da, ona zarar vermekten korktu. Yeni doğum yapan kadınların çoğunda görülen bir bunalım hali yaşadığını bilemedi. Çünkü bu durumdan kimseye bahsetmedi. Kendi kendine yemeye çalıştı. Ve başardı. Çocuğunu bu yaşına kadar getirdi. Şimdi ona harika bir parti verecek, hem ona, hem kendine yapacağı harika bir parti. Bunu başarmak için de, bir kere daha en önemli silahına baş vurdu.
Kadınlığına. O başardıktan sonra, feministler istediği kadar konuşsunlar, onu aşağılasınlar. Tarih kaybedenlerin ağıtları ile değil, kazananların naraları ile yazılır.
Doğru an gelmişti, adam yani av kıvamındaydı. Büyük ödülüne kilitlenmişti. Tam da bu anda, kulağına en seksi ses tonu ile fısıldamak, hipnoz kadar, hatta vudu büyüsü kadar etkili olabilir. İstek genelden özele doğru yol almalı ve iki kelam, bir haz ilkesi uygulanmalı. Zaman iyi değerlendirilmeli, av büyük ödülü aldığı sırada, kapan kapatılmalı.
"Bir parti vermeliyiz" diye fısıldadı. "Büyük bir parti, herkesin veremeyeceği gibi, sadece bizim verebileceğimiz gibi ve sen de bana yardım etmelisin." Parti mi? Kadın fark etmese de, parti istemesi adama içinde bulundukları durumdan daha fazla haz verdi. Evet, kesinlikle eski haline kavuştu diye düşündü adam. İstediği parti ise, ona en büyüğünü verecekti. Kendisi için tekrar övünç kaynağı olabilecekse, bu kadına her şeyi verebilirdi.
Ve... İkisi de ödüllerini aldılar.
Umurunda olmasa da, rehavetin verdiği yetki ile sordu adam, "neyin partisi vereceğiz?" Kadının dudaklarına çarpık bir gülümseme yayıldı. Çarpık ve soğuk bir gülümseme. Az önceki sıcak dakikalar ile kıyaslanır ise, ölüm kadar soğuk bir gülümsemede diyebiliriz. "Başka bir kadın olsaydı" diyor kadın, "şimdi seni berbat bir baba olmak ile, ilgisiz olmak ile, hatta odun olmak ile suçlayabilirdi. Ne düşünüyor ise, bu anın verdiği yetki ile her şeyi ortaya döker, büyük bir kavganın fitilini yakardı. Ama ben o kadın değilim, benim için düşünceli olan baba, çocuğuna gelecek hazırlayabilen babadır. Parayı nasıl kazandığı değil, kazanıyor olması önemlidir. Bıraktığı soy adının rezillikler ile değil, saygınlık ile anılması önemlidir. Ve sen işte o babasın, ve bu yüzden, çocuğunun doğum gününü hatırlamaman umurumda bile değil."
Baba? Doğum günü partisi? Bu iki kelime adamın başından aşağıya kaynar sular döktü. Diyaframı cıva taşır gibi ağırlaştı. Sanki tüm servetini yatırdığı at, açık ara en önde koşarken son elli metrede ayağını bir taşa takarak yerlere yuvarlandı. Büyük ikramiyeyi kazanan piyango bileti sahte çıktı. En şiddetli kahkahada, kalp krizi geçirdi.
Kadın adamın yüzündeki değişimi fark etti, en tatlı ama bir o kadar da sahte sesiyle adamı avutmaya koyuldu. Adama yeterince iyi bir baba olduğunu, zaten görevlerini yeterince yaptığını anlattı. Ama bazen, iyi günündeki bir şarkıcı gibi, konser sonrası bir kaç şarkı daha söylemenin zararı olmayacağını anlatıyordu. O en tatlı ama bir o kadar da tatlı sesi ile. Adam ise onu hiç dinlemiyordu. Kafasından baba ve doğum günü sözlerini döndürüyordu. Bir zamanlar baba idi, ama kızının öldüğü güne kadar bunu umursamamıştı bile. Ah evet, söylemeyi unuttum, tam dört yıl olmasına bir hafta kala, yani kızlarının birinci doğum gününde, verdikleri partinin gecesinde kızları ölmüştü. Daha doğrusu, annesi tarafından yastık ile boğularak öldürülmüştü. Adam kadını bulduğunda, kadın katatonik bir vaziyette, elinde cinayet silahı ile kızın cesedi başında oturuyordu. Tırnakları, cinayet silahı olan yastığa geçirilmiş, hiç kıpırdamadan oturuyordu.
Bu adam için kızının ölümünden daha kötü olan, bunu yapanın karısı olmasıydı. Sadece ismini yüceltmesi için evlendiği kadın, terse patlayan bir silah gibi yüzüne patlamıştı. Çocuğunu öldüren bir deli ile evli olması, kadının açtığı kapıları kapatmak ile kalmaz, daha fazla zarar verirdi. Öncelik, kadının cinayetinin ört pas edilmesiydi. Sahte raporlar, sahte kayıtlar, çocuk bambaşka bir nedenden ölmüş, anne üzüntüden hastalanmıştı. Her şey kitabına uydurulur, kriz fırsata çevrilir. Acılı baba, fedakar koca hırkası da fena durmaz adamın üzerinde. Kapılar açık kalır, hatta daha fazla açılır.
Tüm bu hengame içinde, geceleri yalnız başına, kendi ile kaldığında fark etti adam, kızını ne kadar sevdiğini. Ölümünü bile avantaja çevirdiği kızını düşünmeden uyuyamaz oldu.
Kadın iki yıl hastahanede en iyi bakımı görür, sonradan eve çıkar, bakımı burada da devam eder. Eski günlerine dönmesini bekleyen adamın umutları her geçen gün azalır. Artık başka çaresi kalmadığından, boşanma seçeneği masaya konur. Kimse karısından boşandığı için onu suçlamayacaktır. Hatta dört yıl boyunca deli karısı için her fedakarlığı yapan bu adam, toplumdaki statüsünden tek bir zerre dahi kaybetmeyecektir. Kadın bir bakım evine geri dönecek, adam yeni bir eş, yeni bir akrabalık bulacak. Hayat devam edecek. Tam da bu günlerde, kadın eskiye dönüş sinyalleri vermeye başladı. Ve bu sabah olanlar, en güzel rüyanın bir kabusa dönüşmesi gibi.
Adam acımasızca, hayallerini elinden alan kadına her şeyi anlattı. Uzun süre inkar etti, hatırlamak istemedi kadın. Şaşkınlığı sinirlenmeye döndü, sonra hatıralar kafasına birer birer doluştu. Siniri soğudu, vücudu çöküşe geçti, hareketsiz kaldı. Her şeyi hatırladı kadın. Beyninin sildiği tüm o kötü anılar ve bilgiler tekrar gün yüzüne çıktılar, eskisinden daha acı bir tat kazanmış olarak, tekrar öğrenildiler.
Sokrates'e göre, insanlar hiç bir şey öğrenmezler, zaten tüm bilgiler doğumdan öncesinde insanda vardır. Doğum ve bebeklik zamanında, bu bilgiler unutulur. Sonra tekrar öğrenildiğinde ise, aslında öğrenmiş olmaz, hatırlar. Sokrates haklı mı bilmem ama, kadının şu anda başından geçenler tam olarak bunlar. Unutulmuş bilgilerin hatırlanması.
Masanın üzerinde doğrulup oturdu. Gözleri hiç bir yere bakmadan kilitlendi. Çırılçıplak vücudu büzüldü. Omuzları düştü, göğüsleri yer çekimine teslim oldular, kamburu çıktı. Az önce bu masada bir aşk tanrıçası olan kadından eser kalmadı. Bağırıp duran adamı duymuyordu bile. Tekrar katatonik vaziyete geçmişti. Adam onu sarstı, tokatladı ama nafile. Hiç bir etkiye tepki vermedi. Evrenin en basit yasasına bile uymuyordu hali. Etki, tepkiye neden olmuyordu. Adam uğraşmaya son verdi, kadın gibi olmasa da, gidip kadının anlamsızca baktığı yere çöktü. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Duygusal bir ağlama değildi bu, yanlış anlamayın, sinirlerinin gerginliğinin getirmeye çalıştığı bir ağlamaydı bu. Dizlerini karnına çekti, kollarını dizlerine doladı, kafasını buraya gömdü. Sessizce oturdu ve düşündü. Yapılacak bir şey yok, bir önceki plana dönmek zorunda olduğunu düşündü. Boşanmalıydı.
Sessizliğe gömülü olan sadece adam değildi. Kadın istemese de sessizliğe gömülü duruyordu. Kafası ise adamınkinden bile daha hızlı çalışıyordu. Anne olmanın, birine can vermenin korkunçluğunu düşünüyordu. Ve sonrasında gelen o hissi. Eğer sevgi buysa, daha önce kimseyi, hiç bir şeyi sevmemişti.
Bir tohum rahimden içeri girer, içeride anne ile bir olur, sonra bir bebek, aynı yoldan dışarı çıkar. Çıkarken, anneden de bir şeyler eksilir sanki. Bebek içeriden sadece kendi canı ile çıkmaz, annenin canından bir parça da onunla birlikte dışarıya çıkar. Annenin canı, hem kendi yüreğinde, hem bebeğin yüreğinde atar. Belki daha önce kendi yüreği dışındaki hiç bir atışı umursamadığı için, belki daha önce hiç sevmediği için, belki bilmediği, bilmediğimiz başka bir neden için, kadının yüreği kendisinde atmayı bıraktı ve sadece kızının bedeninde attı. Onu kucağına aldığı ilk andan beri.
Belki sevgi, belki aşktı bu. Evet evet, ilk görüşte aşktı bu.
Kucağına aldığı anda, bebeğini göğsünden içeriye sokmaya çalıştı. Kalplerinin tekrar bir bütün olmasını istedi. Aşkın olduğu yerde, ne akıl kalır, ne mantık. Sadece delilik eşlik eder aşka. Kızını ilk defa kucağına aldığında, delice bastırdı göğsüne, kızının yüreği onun ki ile birleşecekmiş gibi bastırdı. Kızı morarana kadar, ağlayan sesi susana kadar bastırdı. Bir hemşire fark etmese, daha o anda öldürecekti kızını, aşkını. Ne yaptığının farkında bile değildi.
Aşk bünyeyi terk etse bile, delilik kalır bazen. Aşkın o ilk anından sonra, hep korktu kızından. Ona zarar vermekten. Annelik daimi bir koruma güdüsü getirir. Kızını her şeyden korumak istedi, kendisinden bile. Her an ona zarar vereceğinden korktu. Önce sütüm kesildi deyip emzirmeyi süt anneye bıraktı, sonra beceremiyorum deyip altını değiştirmeyi dadıya. Ufak bahaneler ile her fırsatta kaçtı kızından, onu korumak adına. Ne kimseye bahsedebildi bundan, ne kendine itiraf edebildi kaçışını.
Aslında çok yaygın bir psikolojik sorundu, yeni doğan annelerin bebeklerine zarar vermekten korkması. "Loğusalık hüznü" denir tıp dilinde, doğum yapan kadınların yarısından fazlasında görülür. Bir çeşit depresyondur. Çoğu anne bunu fark etmez bile. Her on kadından birinde, daha şiddetli yaşanır, ailesinin ve çevresinin yardımı ile üç ay gibi bir sürede bu bunalım atlatılır. En fazla bir yıl kadar kadar sürer. Eğer bu terslik teşhis edilmez ise, durum biraz daha karışır. Her bunalım çeşidi gibi, intihara kadar gidebilir.
Bunalımı kendinize saklamanız başınıza yeterince dert açabilir. Eğer bunalımı kendinize bile itiraf edemezseniz, başınıza çok daha büyük iş açılır. Bizim kadın da, işte bu hata ile berbat etti her şeyi. Kızından uzaklaştı, kendisinden uzaklaştı. Aynı evde kızını özler oldu, ama bunu fark edemedi bile. Süt anne ile, dadı ile büyüyen kızı ile günde yarım saat bile geçirmedi. Bir yıl dayanabildi bu yaşama. Sonunda, kızının doğum gününde, verdiği partinin gecesinde, kızının odasına girdi. O ilk kucaklaşmadan sonra, ilk defa kızı ile yalnız kaldı. Kucağına alıp kokladı onu. Ellerini, ayaklarını kafasını, yüzünü gözünü, her yerini öptü kokladı. Aşk da geri geldi, delilik de. Ve bir anda, her şeyin muhteşem olduğu o anda, göğsünden içeriye o korku indi. Yavaşça beşiğine koydu kızını, elleri titreye titreye. Bebeğin kafasını bazaya mı çarptırmıştı? Kızı ağlıyor muydu? Evet, ağlıyordu. Nerede bu dadı? Ah mutfakta falan hizmetçilere yardım ediyordur. Bu köylü kadına tek işinin bebek olduğunu bir türlü öğretememişti. Bayılıyordu bilmem nereli hizmetçilere yardım etmeye. Yaptıkları temizliği hiç beğenmiyor, onlara iş öğretiyordu. Bebeğe bakınca, kendini evin hanımı mı sanıyordu ne? Kapıya yöneldi, sonra durdu. Nasıl bir anne, kızı ağlar ağlamaz dadıya baş vururdu? Bebeğin ağlamasını engelleyemeyecek kadar aciz bir anne miydi? Dadıyı çağırmaktan vazgeçip bebeğinin başına gitti. Bebeği kucağına alıp sallamak istedi, ama düşürmekten korktu. Bebeğe dokunmaktan bile korkuyordu. Bakışlar ile bebek susturmak mümkün olsaydı, kesin o anda başarırdı. Çünkü bebeğe bakmaktan başka hiç bir şey yapamıyordu. Beşiği sallamaya bile korkuyordu. Beşiğin yanına yanına çöküp kendisi de ağlamaya başladı. Ne kadar ağladı bilmiyor, bilmiyoruz. Dayanılmaz bir şeydi bu. O anda ölüm fikri çöktü üzerine, atan kalbinin durması. Ancak yüreğinde atan kalbi durdurmak yerine, yüreğinin attığı kalbi durdurdu. Sonra öylece kaldı. Kocası onu bulana kadar.
Tüm bunları hatırladı çırılçıplak oturduğu masanın üzerinde. Her şeyi bir anda hatırladı, bir anda tekrar unuttu. Ölüm fikri dışında her şeyi unuttu.
Her durağan nesnenin bir potansiyel enerjisi vardır. Bir uçurumda sabit duran kayanın bir potansiyel enerjisi vardır. Arkadan yapacağınız hafif bir itme, bu potansiyeli hareket enerjisine çevirir. Kaya potansiyelince uçurumdan yuvarlanır. Bu potansiyeli belirleyen, uçurumun yüksekliği, kayanın ağırlığı gibi birbirinden bağımsız etkenlerdir. Bizim kadını iten ise, sadece bir fikirdi. Ölüm, daha doğrusu intihar fikri. Yuvarlanan bir kaya hızıyla harekete geçti. Önünü görmeden, ama hiç bir yere çarpmadan doğruca hedefe, mutfağa ilerlerdi. Bilinçli olarak bulamayacağı bıçağı, bilinçsizce buldu. Ne arkasından koşan kocası, ne de çırılçıplak bir halde mutfağa dalan hanımın şokunu yaşayan bilmem nereli hizmetçi durdurabildi onu. Tek hamle ile, atan tek kalbine indirdi bıçağı.
Doktorlar bir hafta hayatta tutmaya çabaladılar onu. Kendisi ise biraz bile çabalamadı.
Kızının doğum gününde kalktı cenazesi. Vermek istediği partide davetli olan herkes, hatta daha fazlası bu cenazedeydi. Tek ilgi odağı o, ve kızıydı. Herkes onlar hakkında konuştu. Kimi imrenerek bahsetti, kimi kıskanarak, kimi acıyarak.
İstediği gibi olmasa da, dört gözle beklenmemiş olsa da, bir şekilde daveti vermişti.

Evet, evde sadece kocası ve kendisi varken bile, evde topuklu ayakkabı ile dolaşır. Bugün üzerinde, tek parça, sırtını kalça çizgilerine kadar açıkta bırakan ve ayrıca derin bir göğüs dekoltesi olan bir elbise giyiyor. Sadece topuklarını yere vurduğu ayakkabılar bile ülkedeki askeri ücretten daha fazla para ediyor. Özel tasarım elbisesinin pahasını siz düşünün. Eğer bir zaman makinesi olsaydı, geçmişe gider ve anne babasının karşısında pijamaları ile oturduğu günleri değiştirirdi, ki bunu yapmayı lise geçtiği gün bırakmıştı. Şık olmak, çoğu insan için başkalarına iyi görünmek demektir. Onun için ise bir yaşam tarzıdır. Issız adaya düşse, yanında isteyeceği üç şey de kıyafet olurdu herhalde.
Kocası kahvaltıdan sonra gazetelere gömüldü. Bu eve her çoğu kişinin adını bile bilmediği yerli yabancı pek çok gazete giriyor. Ekonomi sayfaları adama, magazin ve moda sayfaları kadına dağılıyor. Kadın bir ikisine göz atıp bırakırken, adam öğleden sonraya kadar gazete okumaya devam ediyor. Hıristiyanlar dinleri gereği pazar ayinleri yaparlar, bu adam için pazar ayini işte bu gazeteler ve onların ekonomi sayfaları. Sadece yerli değil yabancı basını da takip ediyor. Gazeteler ile işi bitince, eline internete giren bir cihaz alır ve çeşitli ekonomi sitelerinde ayine devam eder. Kadın normalde bu ayinsel duruma bugünkü kadar sinir olmaz. Çünkü içinde yaşadığı bu sefanın adamın işkolikliği sayesinde olduğunun farkında. Sadece büyük partiye bir hafta kalmışken adamın bunu hiç umursamadan hayatına olduğu gibi devam etmesi sinirlerini fazlasıyla geriyor. Yaşadığı strese, bir de bu umursamaz odun adamın rahatlığı eklenince, tırnaklara yastık yolu görünüyor.
Büyük bir davete hazırlanıyor kadın. Bu işkolik adamdan olma kızının beşinci doğum günü partisine. Daha önünde bir haftası var, ancak amaç mükemmellik ise, zaman hiç bir zaman yeterli değildir. Bu ve benzeri partiler kadının hayatının en önemli parçaları. Lisedeyken en önemli şey, en yakışıklı oğlan ile birlikte olmaktı. Üniversitede okulun en popüler insanlarından olmak, sonra en iyi kocayı bulmak. Şimdi ise, en iyi eş ve anne olmak. Ama eğer bu enleri gösterebileceğiniz fırsatlar yoksa, hiçbirinin bir anlamı kalmaz.
Lise mezuniyetinin en güzel kızı, okul birincisinden daha fazla hatırlanır.
Çocukların doğum günü olsa da, aslında partilerin anneler için olduğunu herkes bilir. Bir yaşındaki bir kızın doğum gününü büyük bir parti ile kutlamanın başka nasıl bir anlamı olabilir ki? Yada beş yaşındaki çocukların? Davetli çocukların her mutluluk çığlığı ev sahibinin zafer nidası gibidir. Ve çocukların partiden eve dönmek istememeleri, annelerinin mağlubiyet ağıtıdır.
Tüm lise ve üniversite bu partiye davetli olacaklar. Doğum günü kızının, yani Nira'nın kreşten arkadaşları ve onların anneleri de davetli. Çeşitli vesileler ile tanıştığı bir kaç şarkıcı, aktris ve iş kadını da davetli. Haset ile ona ve yaşamına bakacak ne kadar göz varsa, onun için o kadar iyi olacak. İşte bunun için, partinin kusursuz olması gerekiyor. Sadece bir haftası kaldı, ama daha partiyi emanet edeceği şirketi bile seçemedi. O kadar fazla faktör devrede oluyor ki, hata yapmak kaçınılmaz gibi. En iyilerin, en iyisini bulmak için, farklı bir bakış açısından fikir almak için kocasına ihtiyacı var. Ama adam, işi ile o kadar meşgul ki, bilmem nereli hizmetçinin fora sergilenen memelerine bakmak için bile kafasını kaldırmıyor.
Ah bu hizmetçi kadın, boşuna evin içinde porno yıldızı gibi dolanan, zavallı kadın. Sanki bir şey fark edecekmiş gibi adamı baştan çıkarmaya çalışan yabancı uyruklu kadın. Bilmem hangi fakir ülkenin, beyaz tenli, koca memeli, kendini şeytan sanan kadını. Eğer adamın kafasını o gazetelerden kaldırtmayı başarsa, hatta adamın başka yerlerini kaldırmayı başarsa, sonra adam ile birlikte olup hamile kalasa bile, değişen hiç bir şey olmaz. Çocuk ya bu saf kadının rızası ile ya da rızası dışında daha doğmadan ortadan kaldırılır. Hizmetçide geldiği yere aynen geri postalanır. Bizim aile ise kadının üç beş sinir krizi, adamın her kriz için bir kaç bin dolar harcaması sonrasında olayı unutur gider.
Gerçi tüm bunlar çok düşük ihtimal, çünkü adam evdeki hizmetçiyi düzecek kadar salak değil. Zaten bu hizmetçiyi işe alanda adam değil, kadın. Evin ve çocuğun diğer tüm işleri gibi, hizmetçi seçmek ve kovmak da kadının işi bu evde. Yabancı uyruklu güzel bir kadını işe almasının sebebi Amerikan filmi karikatür bir ortam yaratmak değildi elbette. Bu güzel hizmetçinin evdeki varlığı, kadının arkadaşlarına kendine güvenini göstermenin sadece bir yolu. O kendine o kadar güvenir ki, evde bir Afrodit dolaşmasından bile rahatsız olmaz. Afrodit'ten bile daha kadındır çünkü o.
Ne Afrodit'in kendisi, ne de kendini ondan daha kadın olarak gören Sinem, evet, adı sinem bu arada, bu adama işini bırakıp kendisi ile ilgilenmesini sağlayamaz. Denemekten de bir zarar gelmez. Yastığı tırnaklamayı bırakıp, ayağa kalkıyor. Topuklarını yere vura vura adamın oturduğu masaya doğru gidiyor. Poposunu masanın kenarına yaslıyor, sol eliyle adamın elindeki gazeteyi aşağıya doğru çekiyor. Bunu yaparken göğüs dekoltesinin pembe meme uçlarını bile göstermesini sağlayacak kadar açılması için, belini kırıp öne doğru eğliyor. Adam önce işi ile arasına giren ele, sonra kadına kadının bütününe bakıyor. Basit bir porno film için giriş sahnesi olabilecek bu sahne, adamı çok da heyecanlandırmıyor. Onun yerine, bilmem nere borsasındaki, bilmem ne hissesi hakkında okuduğu haberde kalıyor aklı. Haberin devamını okuyamayacağının farkında. En azından, önce kadın ile ilgilenmeden bunu yapamaz. Kadının onu rahat bırakmayacağını bilecek kadar tanıyor karısını. Sonra "iyi, o daha iyi artık" diye düşünüyor. Yaşanan trajediden sonra kadının toparlanamayacağını düşündü uzun süre.
Annesini hiç tanımadı bu adam, doğum sırasında öldü kadın. Babası bu ölümü asla atlatamadı. Hayatta bildiği tek aşkı kaybetmişti adam. Alkolik oldu. Doğan çocuğu ise asla sahiplenemedi. Büyük bir bunalım içindeyken, iş hayatınızla pek ilgilenemezsiniz. Adamın servet, her geçen gün eridi. Har vurup harman savurdu. Akbabalar etrafından hiç eksik olmadı. Adamın tüm serveti bu akbabalarca paylaşıldı. En büyük parçaları adamın kardeşi kaptı. Önce servetini, sonra karısını kaybeden adam, son olarak kardeşinin ihanetine uğradı ve... Ve bu kadarını kaldıramadı. Kendi silahı ile kendini vurdu. Akbaba kralı amca, o kadar da vicdansız değilmiş ki, yeğenine sahip çıktı. Onu yetiştirdi ve varisi ilan etti. Hiç evlenmedi. Çocuğu olmadı.
Bizim adama babasından miras bir fikir kaldı, "asla aşık olma." Ve amcasının doğadan öğrendiğini, o amcasından öğrendi. Güçlü olan, güçsüz olanı yer. Tüm hayatını bu iki ilke ile yönetti. Babasından amcasına geçen serveti katladı. Amcasını akıl hastası ilan edip tımarhaneye kapattırdı. Her şeyin tek sahibi olduğunda, daha otuz yaşına varmamıştı. İş dünyasında dedikodular, mahallere kadınlarına parmak ısırtır. Tüm geçmişi herkesçe biliniyordu. Hile, ihanet ve karanlık ilişkiler ile dolu geçmişi. Bu onun prestijine zarar veriyordu, ve prestijdeki bir çizik bile, zaaf demekti. Eğer bir zaafın önü alınmaz ise, o büyür ve büyür ve büyür...
İşte bu yüzden Selin ile evlendi. Saygın bir ailenin, "eğitimli" kızı. Av köpekleri gibi gördü onu. Nasıl ki bu köpekler vurulan avı getirmeye eğitilirse, Selin de prestijdeki delikleri kapatmak için eğitilmişti. Varlığının tek nedeni parlamak olan bir yıldız gibi.
Her şey harikaydı. Katıldıkları davetlerde onun karanlık geçmişi değil, karısının ışıltısı konuşuluyordu. Daha önce tüm servetine rağmen kendisine kapalı olan kapılar birer birer açılıyor, yeni bir ivmeyle daha da yükseliyordu. Tüm bunları olanaklı kılan kadına da şükran duyuyordu. Sevgi değil, saygı ve şükran. Onun mutluluğu için, ona bir çocuk verdi. Bir kadın, bu hayatı çocuğu olmadan yaşayamazdı. Evliliklerinde eksik olan sevgi açığını, bu çocuk tamamlayacaktı. Ne kadın, ne çocuğu onun için kişisel değildi. Her şey işin bir parçasıydı. Bu yüzden mükemmel bir idare sergiliyordu. Her hamle, bir planın parçasıydı. Satranç oynar gibi yürütebiliyordu ilişkileri. Ama söz konusu insan olunca, hayat satranç kadar basit olmuyor. Hayatın matematiği satranç kadar kesin değil. Bazen, gözden kaçan ufak bir şeyler, büyüyor, büyüyor ve büyüyor... Sonuç ise bir trajedi oluyor.
Şimdi masaya oturmuş, tüm albenisi ile onu kendine çekmeye çalışan bu karısına bakıyor. "Evet, daha iyi, daha iyi" diye geçiriyor aklından. Artık istekleri uyanmış olmalı, yavaş yavaş, eski haline dönecektir. İnsan her şeyi atlatır zaten. Başaramayacak diye boşuna endişelendim. Yarın avukatlara boşanma davası hazırlıklarını bekletmelerini söylemeliyim. Ama önce, ona istediğini vermeli ve düzelme sürecini hızlandırmalıyım.
Kafasından düşünceleri silip karısına doğru uzandı. Ön sevişme, arzular şelale... Hemen orada, salonun ortasında masanın üzerinde olsun istiyordu sanki kadın. Adam her geçen saniye, karısının eski haline döneceğine daha emin gibiydi. Hiç bir şey olmamış gibi sevişiyordu. Sanki daha bir ay önce evin içinde sarhoş ve paspal bir şekilde dolanan kadın bu değildi. Sanki daha bir hafta önce ona dokundu diye çığlık çığlığa ağlamaya başlayan, yaşadığı sinir krizini eve gelen doktorun yaptığın sakinleştiriciler ile atlatan kadın bu değildi. Önce kıyafetler geri geldi, sonra alkol saçmalığı bitti ve şimdi de bu. Şimdi sırası değil dedi adam kendi kendine. Kafamı düşüncelerden arındırmalı ve kendimi işime vermeliyim. Şimdi ki işim düşünmek değil, sadece sevişmek.
Kadın zafere giden yolda biraz şaşkındı. Her şey çok kolay oluyordu. Daha önce adamın kafasını işinden alması hiç bu kadar kolay olmamıştı. Tüm hareketleri otomatikti, mekanik bir sevişme makinesi gibiydi vücudu. aklı ise, doğru zamanı kollayan bir avcı gibi çalışıyordu. en doğru anda, parti için yardımını istemeliydi. İyi bir avcı, avını ve silahını iyi tanıyan değil miydi? E o zaman şaşırmaya gerek yoktu. Kadının kendi kadınlığı tüm tarih boyunca en büyük silahı olmuştu. Ve güçlü bir erkek, her zaman en önemli av olmuştu. Lilith'in kızları ile Havva'nın kezbanlarının aptal Ademoğulları üzerindeki hakimiyet savaşı. İşte tarih, sadece bundan ibaretti. Ve kazanan hep belliydi.
O pasaklı feministlerin ne söylediği umurunda bile değildi. Kadının tek gerçekliği, kendi kadınlığıdır. Ne emek peşinde koşmak, ne anne olmak kadının gerçekliği olabilir. Kadını kadın yapan, erkeği yönetebilmektir. Anne olmak bile bundan sonra gelir. Anne olduğu ilk günler geldi birden aklına. Hiç bir şeye benzemeyen, onu büyük bir zaafa uğratan o his. Daha önce hiç bir şeyi, hatta kendisini bile bu kadar sevebileceğini düşünmemişti .Bir anda, kendi olduğundan çok daha farklı biri oldu sanki. Aşık olmanın ne demek olduğunu bilseydi, aşık olduğunu anlardı. Anlayamadı. Anlayamayınca, korktu, korktukça çocuğundan, kızından kaçtı. En çok da, ona zarar vermekten korktu. Yeni doğum yapan kadınların çoğunda görülen bir bunalım hali yaşadığını bilemedi. Çünkü bu durumdan kimseye bahsetmedi. Kendi kendine yemeye çalıştı. Ve başardı. Çocuğunu bu yaşına kadar getirdi. Şimdi ona harika bir parti verecek, hem ona, hem kendine yapacağı harika bir parti. Bunu başarmak için de, bir kere daha en önemli silahına baş vurdu.
Kadınlığına. O başardıktan sonra, feministler istediği kadar konuşsunlar, onu aşağılasınlar. Tarih kaybedenlerin ağıtları ile değil, kazananların naraları ile yazılır.
Doğru an gelmişti, adam yani av kıvamındaydı. Büyük ödülüne kilitlenmişti. Tam da bu anda, kulağına en seksi ses tonu ile fısıldamak, hipnoz kadar, hatta vudu büyüsü kadar etkili olabilir. İstek genelden özele doğru yol almalı ve iki kelam, bir haz ilkesi uygulanmalı. Zaman iyi değerlendirilmeli, av büyük ödülü aldığı sırada, kapan kapatılmalı.
"Bir parti vermeliyiz" diye fısıldadı. "Büyük bir parti, herkesin veremeyeceği gibi, sadece bizim verebileceğimiz gibi ve sen de bana yardım etmelisin." Parti mi? Kadın fark etmese de, parti istemesi adama içinde bulundukları durumdan daha fazla haz verdi. Evet, kesinlikle eski haline kavuştu diye düşündü adam. İstediği parti ise, ona en büyüğünü verecekti. Kendisi için tekrar övünç kaynağı olabilecekse, bu kadına her şeyi verebilirdi.
Ve... İkisi de ödüllerini aldılar.
Umurunda olmasa da, rehavetin verdiği yetki ile sordu adam, "neyin partisi vereceğiz?" Kadının dudaklarına çarpık bir gülümseme yayıldı. Çarpık ve soğuk bir gülümseme. Az önceki sıcak dakikalar ile kıyaslanır ise, ölüm kadar soğuk bir gülümsemede diyebiliriz. "Başka bir kadın olsaydı" diyor kadın, "şimdi seni berbat bir baba olmak ile, ilgisiz olmak ile, hatta odun olmak ile suçlayabilirdi. Ne düşünüyor ise, bu anın verdiği yetki ile her şeyi ortaya döker, büyük bir kavganın fitilini yakardı. Ama ben o kadın değilim, benim için düşünceli olan baba, çocuğuna gelecek hazırlayabilen babadır. Parayı nasıl kazandığı değil, kazanıyor olması önemlidir. Bıraktığı soy adının rezillikler ile değil, saygınlık ile anılması önemlidir. Ve sen işte o babasın, ve bu yüzden, çocuğunun doğum gününü hatırlamaman umurumda bile değil."
Baba? Doğum günü partisi? Bu iki kelime adamın başından aşağıya kaynar sular döktü. Diyaframı cıva taşır gibi ağırlaştı. Sanki tüm servetini yatırdığı at, açık ara en önde koşarken son elli metrede ayağını bir taşa takarak yerlere yuvarlandı. Büyük ikramiyeyi kazanan piyango bileti sahte çıktı. En şiddetli kahkahada, kalp krizi geçirdi.
Kadın adamın yüzündeki değişimi fark etti, en tatlı ama bir o kadar da sahte sesiyle adamı avutmaya koyuldu. Adama yeterince iyi bir baba olduğunu, zaten görevlerini yeterince yaptığını anlattı. Ama bazen, iyi günündeki bir şarkıcı gibi, konser sonrası bir kaç şarkı daha söylemenin zararı olmayacağını anlatıyordu. O en tatlı ama bir o kadar da tatlı sesi ile. Adam ise onu hiç dinlemiyordu. Kafasından baba ve doğum günü sözlerini döndürüyordu. Bir zamanlar baba idi, ama kızının öldüğü güne kadar bunu umursamamıştı bile. Ah evet, söylemeyi unuttum, tam dört yıl olmasına bir hafta kala, yani kızlarının birinci doğum gününde, verdikleri partinin gecesinde kızları ölmüştü. Daha doğrusu, annesi tarafından yastık ile boğularak öldürülmüştü. Adam kadını bulduğunda, kadın katatonik bir vaziyette, elinde cinayet silahı ile kızın cesedi başında oturuyordu. Tırnakları, cinayet silahı olan yastığa geçirilmiş, hiç kıpırdamadan oturuyordu.
Bu adam için kızının ölümünden daha kötü olan, bunu yapanın karısı olmasıydı. Sadece ismini yüceltmesi için evlendiği kadın, terse patlayan bir silah gibi yüzüne patlamıştı. Çocuğunu öldüren bir deli ile evli olması, kadının açtığı kapıları kapatmak ile kalmaz, daha fazla zarar verirdi. Öncelik, kadının cinayetinin ört pas edilmesiydi. Sahte raporlar, sahte kayıtlar, çocuk bambaşka bir nedenden ölmüş, anne üzüntüden hastalanmıştı. Her şey kitabına uydurulur, kriz fırsata çevrilir. Acılı baba, fedakar koca hırkası da fena durmaz adamın üzerinde. Kapılar açık kalır, hatta daha fazla açılır.
Tüm bu hengame içinde, geceleri yalnız başına, kendi ile kaldığında fark etti adam, kızını ne kadar sevdiğini. Ölümünü bile avantaja çevirdiği kızını düşünmeden uyuyamaz oldu.
Kadın iki yıl hastahanede en iyi bakımı görür, sonradan eve çıkar, bakımı burada da devam eder. Eski günlerine dönmesini bekleyen adamın umutları her geçen gün azalır. Artık başka çaresi kalmadığından, boşanma seçeneği masaya konur. Kimse karısından boşandığı için onu suçlamayacaktır. Hatta dört yıl boyunca deli karısı için her fedakarlığı yapan bu adam, toplumdaki statüsünden tek bir zerre dahi kaybetmeyecektir. Kadın bir bakım evine geri dönecek, adam yeni bir eş, yeni bir akrabalık bulacak. Hayat devam edecek. Tam da bu günlerde, kadın eskiye dönüş sinyalleri vermeye başladı. Ve bu sabah olanlar, en güzel rüyanın bir kabusa dönüşmesi gibi.
Adam acımasızca, hayallerini elinden alan kadına her şeyi anlattı. Uzun süre inkar etti, hatırlamak istemedi kadın. Şaşkınlığı sinirlenmeye döndü, sonra hatıralar kafasına birer birer doluştu. Siniri soğudu, vücudu çöküşe geçti, hareketsiz kaldı. Her şeyi hatırladı kadın. Beyninin sildiği tüm o kötü anılar ve bilgiler tekrar gün yüzüne çıktılar, eskisinden daha acı bir tat kazanmış olarak, tekrar öğrenildiler.
Sokrates'e göre, insanlar hiç bir şey öğrenmezler, zaten tüm bilgiler doğumdan öncesinde insanda vardır. Doğum ve bebeklik zamanında, bu bilgiler unutulur. Sonra tekrar öğrenildiğinde ise, aslında öğrenmiş olmaz, hatırlar. Sokrates haklı mı bilmem ama, kadının şu anda başından geçenler tam olarak bunlar. Unutulmuş bilgilerin hatırlanması.
Masanın üzerinde doğrulup oturdu. Gözleri hiç bir yere bakmadan kilitlendi. Çırılçıplak vücudu büzüldü. Omuzları düştü, göğüsleri yer çekimine teslim oldular, kamburu çıktı. Az önce bu masada bir aşk tanrıçası olan kadından eser kalmadı. Bağırıp duran adamı duymuyordu bile. Tekrar katatonik vaziyete geçmişti. Adam onu sarstı, tokatladı ama nafile. Hiç bir etkiye tepki vermedi. Evrenin en basit yasasına bile uymuyordu hali. Etki, tepkiye neden olmuyordu. Adam uğraşmaya son verdi, kadın gibi olmasa da, gidip kadının anlamsızca baktığı yere çöktü. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Duygusal bir ağlama değildi bu, yanlış anlamayın, sinirlerinin gerginliğinin getirmeye çalıştığı bir ağlamaydı bu. Dizlerini karnına çekti, kollarını dizlerine doladı, kafasını buraya gömdü. Sessizce oturdu ve düşündü. Yapılacak bir şey yok, bir önceki plana dönmek zorunda olduğunu düşündü. Boşanmalıydı.
Sessizliğe gömülü olan sadece adam değildi. Kadın istemese de sessizliğe gömülü duruyordu. Kafası ise adamınkinden bile daha hızlı çalışıyordu. Anne olmanın, birine can vermenin korkunçluğunu düşünüyordu. Ve sonrasında gelen o hissi. Eğer sevgi buysa, daha önce kimseyi, hiç bir şeyi sevmemişti.
Bir tohum rahimden içeri girer, içeride anne ile bir olur, sonra bir bebek, aynı yoldan dışarı çıkar. Çıkarken, anneden de bir şeyler eksilir sanki. Bebek içeriden sadece kendi canı ile çıkmaz, annenin canından bir parça da onunla birlikte dışarıya çıkar. Annenin canı, hem kendi yüreğinde, hem bebeğin yüreğinde atar. Belki daha önce kendi yüreği dışındaki hiç bir atışı umursamadığı için, belki daha önce hiç sevmediği için, belki bilmediği, bilmediğimiz başka bir neden için, kadının yüreği kendisinde atmayı bıraktı ve sadece kızının bedeninde attı. Onu kucağına aldığı ilk andan beri.
Belki sevgi, belki aşktı bu. Evet evet, ilk görüşte aşktı bu.
Kucağına aldığı anda, bebeğini göğsünden içeriye sokmaya çalıştı. Kalplerinin tekrar bir bütün olmasını istedi. Aşkın olduğu yerde, ne akıl kalır, ne mantık. Sadece delilik eşlik eder aşka. Kızını ilk defa kucağına aldığında, delice bastırdı göğsüne, kızının yüreği onun ki ile birleşecekmiş gibi bastırdı. Kızı morarana kadar, ağlayan sesi susana kadar bastırdı. Bir hemşire fark etmese, daha o anda öldürecekti kızını, aşkını. Ne yaptığının farkında bile değildi.
Aşk bünyeyi terk etse bile, delilik kalır bazen. Aşkın o ilk anından sonra, hep korktu kızından. Ona zarar vermekten. Annelik daimi bir koruma güdüsü getirir. Kızını her şeyden korumak istedi, kendisinden bile. Her an ona zarar vereceğinden korktu. Önce sütüm kesildi deyip emzirmeyi süt anneye bıraktı, sonra beceremiyorum deyip altını değiştirmeyi dadıya. Ufak bahaneler ile her fırsatta kaçtı kızından, onu korumak adına. Ne kimseye bahsedebildi bundan, ne kendine itiraf edebildi kaçışını.
Aslında çok yaygın bir psikolojik sorundu, yeni doğan annelerin bebeklerine zarar vermekten korkması. "Loğusalık hüznü" denir tıp dilinde, doğum yapan kadınların yarısından fazlasında görülür. Bir çeşit depresyondur. Çoğu anne bunu fark etmez bile. Her on kadından birinde, daha şiddetli yaşanır, ailesinin ve çevresinin yardımı ile üç ay gibi bir sürede bu bunalım atlatılır. En fazla bir yıl kadar kadar sürer. Eğer bu terslik teşhis edilmez ise, durum biraz daha karışır. Her bunalım çeşidi gibi, intihara kadar gidebilir.
Bunalımı kendinize saklamanız başınıza yeterince dert açabilir. Eğer bunalımı kendinize bile itiraf edemezseniz, başınıza çok daha büyük iş açılır. Bizim kadın da, işte bu hata ile berbat etti her şeyi. Kızından uzaklaştı, kendisinden uzaklaştı. Aynı evde kızını özler oldu, ama bunu fark edemedi bile. Süt anne ile, dadı ile büyüyen kızı ile günde yarım saat bile geçirmedi. Bir yıl dayanabildi bu yaşama. Sonunda, kızının doğum gününde, verdiği partinin gecesinde, kızının odasına girdi. O ilk kucaklaşmadan sonra, ilk defa kızı ile yalnız kaldı. Kucağına alıp kokladı onu. Ellerini, ayaklarını kafasını, yüzünü gözünü, her yerini öptü kokladı. Aşk da geri geldi, delilik de. Ve bir anda, her şeyin muhteşem olduğu o anda, göğsünden içeriye o korku indi. Yavaşça beşiğine koydu kızını, elleri titreye titreye. Bebeğin kafasını bazaya mı çarptırmıştı? Kızı ağlıyor muydu? Evet, ağlıyordu. Nerede bu dadı? Ah mutfakta falan hizmetçilere yardım ediyordur. Bu köylü kadına tek işinin bebek olduğunu bir türlü öğretememişti. Bayılıyordu bilmem nereli hizmetçilere yardım etmeye. Yaptıkları temizliği hiç beğenmiyor, onlara iş öğretiyordu. Bebeğe bakınca, kendini evin hanımı mı sanıyordu ne? Kapıya yöneldi, sonra durdu. Nasıl bir anne, kızı ağlar ağlamaz dadıya baş vururdu? Bebeğin ağlamasını engelleyemeyecek kadar aciz bir anne miydi? Dadıyı çağırmaktan vazgeçip bebeğinin başına gitti. Bebeği kucağına alıp sallamak istedi, ama düşürmekten korktu. Bebeğe dokunmaktan bile korkuyordu. Bakışlar ile bebek susturmak mümkün olsaydı, kesin o anda başarırdı. Çünkü bebeğe bakmaktan başka hiç bir şey yapamıyordu. Beşiği sallamaya bile korkuyordu. Beşiğin yanına yanına çöküp kendisi de ağlamaya başladı. Ne kadar ağladı bilmiyor, bilmiyoruz. Dayanılmaz bir şeydi bu. O anda ölüm fikri çöktü üzerine, atan kalbinin durması. Ancak yüreğinde atan kalbi durdurmak yerine, yüreğinin attığı kalbi durdurdu. Sonra öylece kaldı. Kocası onu bulana kadar.
Tüm bunları hatırladı çırılçıplak oturduğu masanın üzerinde. Her şeyi bir anda hatırladı, bir anda tekrar unuttu. Ölüm fikri dışında her şeyi unuttu.
Her durağan nesnenin bir potansiyel enerjisi vardır. Bir uçurumda sabit duran kayanın bir potansiyel enerjisi vardır. Arkadan yapacağınız hafif bir itme, bu potansiyeli hareket enerjisine çevirir. Kaya potansiyelince uçurumdan yuvarlanır. Bu potansiyeli belirleyen, uçurumun yüksekliği, kayanın ağırlığı gibi birbirinden bağımsız etkenlerdir. Bizim kadını iten ise, sadece bir fikirdi. Ölüm, daha doğrusu intihar fikri. Yuvarlanan bir kaya hızıyla harekete geçti. Önünü görmeden, ama hiç bir yere çarpmadan doğruca hedefe, mutfağa ilerlerdi. Bilinçli olarak bulamayacağı bıçağı, bilinçsizce buldu. Ne arkasından koşan kocası, ne de çırılçıplak bir halde mutfağa dalan hanımın şokunu yaşayan bilmem nereli hizmetçi durdurabildi onu. Tek hamle ile, atan tek kalbine indirdi bıçağı.
Doktorlar bir hafta hayatta tutmaya çabaladılar onu. Kendisi ise biraz bile çabalamadı.
Kızının doğum gününde kalktı cenazesi. Vermek istediği partide davetli olan herkes, hatta daha fazlası bu cenazedeydi. Tek ilgi odağı o, ve kızıydı. Herkes onlar hakkında konuştu. Kimi imrenerek bahsetti, kimi kıskanarak, kimi acıyarak.
İstediği gibi olmasa da, dört gözle beklenmemiş olsa da, bir şekilde daveti vermişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder