* Hikayeye isim bulamadım, bu şarkıyı dinlerken yazmaya başladığım için şarkının adını koydum :)
Ev yeni yapılmış temizliğin hijyen kokusu ile dolu. Köşeyi bucağı bırakın, havada bile toz kalmamış. Pencerelere yakın köşelerden birindeki ağacımsı bitkinin yaprakları bile silinip parlatılmış. Çiçeğin olduğu köşenin karşı kenarındaki iki kişilik koltukta oturan genç parlayan uzun ince yapraklara bakıyor. "Bira sadece rakıya, votkaya değil, yapraklara da cila olabiliyormuş" diye düşünüyor
 |
Evet, görsel de bulamadım :) |
Yaprakları silen de, içinde oturduğu salonu ve evin geri kalanını temizlemiş olan da bu genç. Bugün öğleden sonra uyandıktan sonra içinden geldi bu temizlik. "Her taraf her tarafta" diye düşünüp önce odasını topladı, sonra tozdan rahatsız olup odasını sildi. Tertemiz oda evin geri kalan kısımlarına tezat oluşturunca odasından çıkıp tüm evi toplayıp temizlemeye koyuldu. Banyoyu, tuvaleti sürttü. Fayansların arasını eski diş fırçasıyla fırçaladı. Yatak altlarını, koltuk aralarını temizledi. Şeytanın alıp satamadığı ne kadar kayıp eşya var ise buldu. Çoğu artık "çöp" değerinde olan şeyleri buldu. "Az daha belediye basarmış bu evi" diyeceğiniz kadar fazla çöp çıkardı evden.
Tüm temizlik bittikten sonra, kendisini temizledi. Sıcak suyla yarım saatten fazla banyo yaptı. Tüm derisini kızartacak kadar kesendi. Evde küvet olmamasına içerledi. Suyu doldurur, içine kokulu köpük bombalarından atar, su soğuyana kadar küvette yatardı. Belki de bir küvet alabilirdi. Gerçi kira eve küvet mi alınırmış? Ayaklı spot lamba değil ki bu bir anda aklına gelince alabilesin.
Geçen hafta evin yeterince aydınlık olmadığına kara verip iki tane ayaklı spot almıştı. Salonun iki köşesine yerleştirdiği spotlar solonu stat gibi aydınlatıyordu. Şimdi bu aydınlıkta oturmuş bira ile cilalar gibi sildiği ağacımsıya bakıyor. Parlayan, uzun ve ince yapraklara bakmaktan zevk alıyor. Odayı dolduran deterjan kokusundan zevk alıyor.
Bitkiyi yeterince izledikten sonra önündeki bilgisayara, işine geri dönüyor. Bu genç adam aslında pek de genç değil. Yirmi altısını geçeli bir kaç ay oldu. Üniversite eğitimini bitirmiş, askerliğini yapmış, bir yıldır bu evde bilgisayar başında çalışan biri o. Yeni bin yılın yeni dünyasının yeni borsacısı o. BitCoin denilen sanal para birimlerinin piyasa değerlerini takip edip bir birimden diğerine para aktarıp kar ediyor.
Önce takas vardı. Sonra altın, gümüş gibi madenler ile para diye bir şey icat edildi. Üretimin veya hizmetin sanal karşılığı olarak kullanıldı. Sonra, altınlar merkez bankalarının kasalarında toplandı, onlara karşılık gelen kağıtlar basıldı. Sonra paralara değer biçildi. Sonra bu paralara karşılık bilgisayar kodları üretilmeye başlandı. Sanal paralar. Her gelen yeni sanal, bir öncekini gerçek kıldı. Bizim genç, özetle değerin sanalının sanalının sanalının sanalının sanalı üzerinden gerçek bir şeyler kazanıyor. Artık neyin ne kadar gerçek olduğu size kalmış tabii.
Tüm yaptığı dedikodu sitelerini takip etmek aslında. Hangi birimin ne kadar değerli olduğuna elinde çokça sanal para bulunanlar karar veriyorlar. Yeni bir sanal para birimi ortaya çıkıyor. Bu yeni birim tekel haline gelmiş büyük yatırımcılarca desteklenerek değeri arttırılıyor. Küçük yatırımcı bu yeni birime akın etsin, birim daha hızlı değer kazansın diye dedikodu sitelerine haber sızdırılıyor. Birim yerince değer kazanınca, yani istedikleri karı elde edecekleri kadar değerlendiğinde kendi paralarını daha güvenli bir sanal para birimine aktarıp bu yeni birimi terk ediyorlar. Onlar çekilince yeni birim "çöp" oluyor. Hızla değer kaybediyor. Küçük yatırımcı olan bizim genç için tek kar sağlama yöntemi o kısa aralıkları yakalamak. Bu yüzden tüm gününü internette geçirdiği oluyor.
Orta halli ailenin çalışkan çocuğuydu. Üniversite sınavına girdiğinde "geleceğin mesleği" diye gazlanan bilgisayar mühendisliğini hedefledi ve kazandı. İngilizce hazırlık sınavını da verdi, beş yıllık okulu dört yılda bitirdi. Bitirdikten hemen sonra askere gitti. Gelince iş hazır sanıyordu, "havada kaparlar beni kesin!" diyordu. Evdeki hesap çarşıya uymaz, dört yıl önce yapılan hesap ise hiç bir şeye uymaz. Acı bir tecrübe ile öğrendi. Sözde mühendis ama ne bir staj var, ne bir referans. Dört yılda okulda aldığı eğitimi meraklısı dört ayda kendi kendine öğrenebilir. Öğrenmiş olanda fazla olacak ki, işsiz kaldı.
Adam parayı bulunca önce arabayı, sonra karıyı değiştirirmiş. İşsiz güçsüz kalan da önce arabayı satar, sonra karısı adamı satar. Bizim gencin satacak bir arabası da yoktu ki. Evlilik hayalleri kurduğu, hayatın anlamı olduğunu sandığı kadın da herhangi bir kimseden farklı değilmiş, anında koydu bizim genci kapının önüne. Ne ailesinin yüzüne bakabildi, ne arkadaşlarının. Baktığı her yüzde, duyduğu her kelimede, söylediği her cümlede, dokunduğu zaman bir ağacın kabuğunda bile başarısızlık okudu.
O günlerde yapacak bir şeyler ararken keşfetti sanal para sistemini, derin internet dediklerini. Ev arkadaşından aldığın borç para ile başladı, iki haftada ufak başarılar, daha ufak başarısızlıklar ile parayı katlayıp borcunu ödedi. Ne yaptığını biliyordu, uzun vadede kaybetmeyeceğine emindi. İş bulacağına emin olduğu gibi olmadı, başardı. Bir kaç ayda bir işten ömrü boyunca kazanamayacağı paraları kazandı. Ne araba aldı, ne de olmayan kadını değiştirdi. Ev arkadaşından dahi ayrılmadı. Kapıdan çıktı, iki yıl boyunca gezdi. Görülmesi gereken yerler listesi bitince eve geri döndü.
Ev dediğim bugün silip süpürdüğü apartman dairesi. Ev arkadaşı ile sekiz yıldır aynı daireyi paylaşıyorlar. Üniversitenin ilk yılında tanıştılar. Ne en yakın arkadaş oldular, ne birbirinden tiksinen ev arkadaşları. Ev arkadaşı ile arasındaki ilişkiyi "Birbirimizi yargılamıyoruz, bu yüzden beraber yaşamak bizim için çok kolay oluyor. Anlaşmaya gerek yok ki!" diye açıklıyordu eski sevgilisine. Olayın özü de buydu zaten.
Bir kaç hafta yetecek kadar para kazandıktan sonra son takıntısı olan kavkazcenter'a tıklıyor. İslam en bilinen propaganda sitelerinden biri. Aslında normal internette klonu bulunmasına rağmen aynaların ardına saklanıp TorBrowser'dan girmeyi tercih ediyor. Basit bir güvenlik aldatmacası olduğunu bile bile, gene de aynaları kullanıyor. Birinin ayağına ister sokakta, ister internette, ister derin internette basın. ayağına bastığınız kişi önemli biri ya da önemli birilerini temsil eden biriyse, sizi bulurlar. Dünya üzerinde en büyük ortak yalanımız para değil, güvenliktir.
Daha ilk propaganda videosunu izlerken kapı açılıyor. Ev arkadaşı Deniz elinde poşetlerle eve girip duraksıyor. Bir an için yanlış eve girdiğini düşünmüş olsa gerek. Kokusu değişik evin. Salonda oturan gencimizi görünce, yanlış yerde olmadığına emin oluyor. "Ne yaptın la?" diye soruyor. Sanki ev temizlenmemiş de, salonda atom bombası imal edilmiş gibi şaşkın. "Temizlik" diye cevap veriyor. Suratında gururlu bir gülümseme ile. "İyiymiş" diyor Deniz, soyunup dökünmek için odasına gidiyor. "Benim odayı da toparlayaydın be hayrına" diye bağırıyor içeriden. Bizim elemanın da aklına geldi aslında arkadaşının odasını da temizlemek ama kendi odasında yatak altını temizlerken bulduğu, şimdi sadece "çöp" olarak adlandıracağı "eskinin özel eşyaları" yüzünden vazgeçti. "Ne bileyim yaa" diye geveliyor cevap olarak.
Propaganda videosunu başa sarıyor. Ruslar ile savaşırken yaralanan bir Çeçen var videoda. Her tarafı kan içinde adamın. Bir kaç saati değil, bir kaç dakikası var ölmek için. Adam büyük ihtimal ile son sözlerini söylüyor. Silah arkadaşlarından biri elindeki kaliteli görüntü sağlayan kamera ile ölmek üzere olan adamın son mesajını kayda alıyor. İki gözünü ve sol elini kaybetmiş adam arkadaşlarından ve ailesinden af diliyor. "Öldüğüm için beni affedin, mücadeleye devam edip zafer kazanamayacağım. Zafer kazanıldığı zaman sizinle beraber olamayacağım" gibi bir af. Yaptıkları için değil, yapamadıkları için dilediği bir af. Uzun uzun dualar eşliğinde. Video bir atlama yapıyor, az önce özür dileyen adamın ölüm anına geliyor. Bilinci çoktan kapanmış adamın vücudu titriyor, silah arkadaşları yüksek sesle tekbir getiriyor. Eski çağlarda neden insan kurban edildiğine örnek olabilecek bir ayin gibi. Birisi can veriyor, etrafında insanlar dua ediyor. Tekbir sesleri insanı transa sokacak kadar etkili oluyor.
Deniz "ne izliyorsun la?" diye soruyor. Üzerini değiştirmiş, solundaki diğer ikili koltuğa oturmuş bile. Kucağında bir tepsi, elinde kullanım tarihi çoktan geçmiş bir kredi kartı var. Gencimiz bunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyor. O yüzden şaşırıyor.
"Cihatçı videosu izliyordum da, sen nereden aldın malı la?" diye cevap verip yeni bir soru yöneltiyor.
"Torbacıdan" diye kısa bir cevap veriyor Deniz.
"Evde ot mu bitti olum?"
"Yok, duruyordur evde hala da, benim gidip alasım geldi lan. Torbacıdan mal almak istedi canım."
"İyiymiş"
Evde bir kaç keşe bir kaç ay yetecek kadar otları vardı. Farklı farklı ülkelerin malları. Hepsini derin internettten sipariş ettiler. Bir kaç yıldır ot ihtiyaçlarını internetten karşılıyorlardı. Sadece ot değil, her türlü illegal uyuşturucuyu internetten sipariş ediyorlardı. Eroin ve morfin dışında bilinen tüm kafa yapıcılar girdi bu eve. Diğer ikisini denemeyi henüz götleri yemiyordu. "Eroin benim intihar yöntemim olacak" demişti Deniz bir keresinde.
"Beril niye gelmedi la?" diye soruyor.
"Ha? He ayrıldık olum biz ya" diye cevap veriyor Deniz.
"Harbi mi lan! Niye olum?"
"Ya ne bileyim, ayrıldım işte. Olmuyordu artık"
"He bir de sen ayrıldın! E seviyordun olum sen bu kızı. Yani bana gayet seviyorsun gibi geliyordu."
"Seviyordum da, kendimi daha çok seviyorum. Uğraşamam nazı ile tafrası ile daha fazla."
"Olum kızın ağzı var, dili yok gibiydi. Bir kere bile bir şeyini... ııııhhh, ne bileyim ters bir sözünü, bir mimiğini bile görmedim ben."
"Evet arkadaşlarına karşı öyle. Sen benim arkadaşım olduğun için sana karşı da öyleydi. İlişkide ise canavar mübarek. Her istediği olsun, tam da onun istediği gibi olsun istiyordu. %98'e bile tahammül edemez falan. %'2'nin tafrasını yapmadan duramaz. Bir yere kadar işte. Bitti, gitti."
"Rakı falan söyleyeyim mi la? Var mı ya da evde? Siktir et onu rakı içelim" deyip otu işaret ediyor. Deniz ise tüm konuşmaya boyunca yaptığı gibi paketlenmiş ottan tohumları temizliyor.
"Ne gerek var ya? İçeceksen iç sen, içmeyeceğim ben rakı falan."
"Hani aşk acısı falan, rakı ya meze olur işte"
"Olum dert yok ki meze olarak kullanalım. Dün yapacaktın o teklifi sen."
"La ayrıldım demiyor musun olum, bundan ala dert ne ola ki?"
"Ayrılmak derdin sonu be koçum."
Öyle mi acaba diye düşünüyor genç adamımız. Kendisi için öyle olmamıştı. Ayrılık tüm dertlerin anası olmuştu. Dört yıl önce dağılan götünü zar zor toplamıştı. Toplamış mıydı?
"İlişki benim için kangren olmuştu zaten. Tüm vücuda yayılmadan kestim attım kolumu. Zararın neresinden dönsen kar işte. Niye olmadı, şöyle olsa böyle olmazdı falan diye düşünüp kendi kendini yemeye gerek yok. Benden önemli bir şey yok. Kolum bile olsa." diye devam ediyor Deniz. Sonra kafasını önündeki işten kaldırıp bizim gence bakıyor, "Ben sana anlattım olum bunları daha önce? Tam olarak neresini anlamadın? Dinlemiyor musun olum sen hiç beni?" diyor.
"Aynı şey mi la? Ben kolun kangren olduğundan emin değildim keserken. Kangren sanmamı sağladı, kendi kolumu bana kestirdi, sonra da çekti gitti. Göt gibi kaldım ortada"
"Ya tamam eyvallah, ağır bir şey yaşadın. Yaşadın ama geçti be genco. Bırak artık bu ayrılık acısını arkanda.Bari her ayrılanda tekrar tekrar yaşamaya kalkma. Bir ara ne güzel geziyordun sen, gene gezsene."
"Sıkıldın mı la benden?"
"Lan yok olum öyle değil de, evde cesedini bulacağım falan diye korkar oldum. Manyak gibi bütün evi temizlemişsin baksana."
"E normal değil mi bu?"
"Değil amına koyayım! Temizlik değil bu! Kıtlamışsın resmen. Olum fayans aralarını ben hep krem rengi sanıyordum, beyazmış lan onlar. Sayende bunu da öğrendim az önce. Bu çiçeği neyle sildin hem böyle lan? Resmen parlıyor bu!" diyerek ağacımsı bitkiyi gösterdi Deniz.
"Güzel olmamış mı la? Birayla sildim. Parlasın diye. Bira cidden cilaymış olum."
"Ahahaha, Aferin genco. Amına koyayım senin ben, ya mal herif. Ahahaha"
"Ahahaha"
Gülüp geçiyorlar. Deniz ayıklama işine dönüyor, bizimki bilgisayarına. Forumlara bakıyor. Yeni bir bulut sızması var mı yok mu diye "Reddit"i kontrol ediyor. Sanal paranın dedikodu sitelerinde dolanıyor. Sahte olduğu çok belli olan kiralık katil ilanlarına bakıyor. Bu sırada Deniz ayıklama işini bitirmiş, tepsiyi sehpaya bırakıp bong yapmakta kullanacağı nargileyi almak için odasına gidip geliyor. Kapağı doldururken "istiyor musun la" diye soruyor arkadaşına. İstemiyorum manasında bir mimik alıyor cevap olarak.
Kapağı doldurup ağzını bong nargilesinin silindirine dayıyor. Çakmayı çakıyor, derin bir nefes çekiyor, nargilenin dibindeki sudan geçen duman silindir boyunca yol alıyor, Deniz'in ağzına ulaşıyor. Farklı bir silindirden devam edip akciğerlere ulaşıyor. Uyuşturucu madde burada kana karışıyor, başka silindirler olan damarlar yoluyla beyne ulaşıyor. Kafasını nargileden kaldırmadan önce "içeride kalan duman"ı ikinci bir nefes ile çekiyor.
Esrarın kokusu tek kapakta bile tüm salonu kaplıyor. Az önceki deterjan kokusundan eser yok. Deniz kalkıp salonun kapsını kapatıyor. "O kadar temizlemişsin gitmesin odana falan duman" diyor.
"Siktir et la ne olacak" diye cevap veriyor. "Ev kokusu falan sipariş ettim bir sürü zaten bugün, bir iki güne gelir."
"ahahaha"
"He senin kafa dumanlanmadan şey diyeceğim bak. Ya da neyse siktir et."
"Ne diyecektin la?"
"Olum dedin ya 'atlatamadın' falan diye. Baya baya unuttum lan ben. Geçen gün fark ettim. İfadesini hatırlamıyorum. Tek kaşının hareketinden ne demek istediğini anlardım. Gözlerinin ne dersem yaşaracağını bilirdim. Ses renginden, makyaj tonundan ruh halini anlardım. Unutmuşum lan hepsini. Zorladım kendimi ama hatırlayamadım. Sonra internetten sosyal ağ sayfalarına baktım. Gördüğüm kişiyi tanımıyordum lan. Aynı değildi. Sanki başka biriydi. Eski fotoğrafları ile karşılaştırdım. Aynı gibi görünüyor ama farklı. Sanki sanal imgesi. Yada eskiler sanal imgeydi, yeniler ise gerçek.
Bir de bir şey daha fark ettim, bu karşılaştırmayı yaparken hiç bir şey hissetmiyordum. Zorladım falan kendimi bir şeyler hissedeyim diye. Kötü de olsa, zarar da verse bir şeyler hissetmek istedim. Yok aga, olmadı hissedemedim. Hiç bir şeye hiç bir şey hissetmiyorum gibi geldi. Sanki hiç hissetmemişim gibi. Elimi yanan sobaya bassam onu bile hissetmeyecekmişim gibi.
Haklısın bir yerde atlatamadım. Atlatamadığım ayrılık değil ama. Bir şeyler kopmadı da, sanki bir şeyler fazla gelmiş. Önce o vardı, merkeze oturuyordu. Hayata anlam katıyordu. Gittiğinde boşalttığı yeri yokluğu ile doldurdum. Madde gibiydi la yokluk. Anlam kattı lan. Şimdi o yokluk bile yok.
Şu propaganda videolarına sardım. Adam ölürken bile davasına hizmet peşinde. Bendeki boşluk adamda yok çok belli. Belki saçma sapan, belki canice, belki öyle ya da böyle... Fark etmez ki? Koca bir yalan la dahi olsa doldurmuş adam o boşluğu. Lan adam ölüyor, dı ent, fin, ende, свежий. Başa sarma ihtimali yok, olsa da başa sarmayacak ama. Cehalet değil manyaklık erdem olmuş olum adama. Adam ölürken bile senden benden daha canlı gibi. İmreniyorum lan."
Deniz arkadaşının bu uzun nutkunun sonlarına doğru elinde tuttuğu nargileye bakıyor. "O mu çekti dumanı ben mı la?" diye düşünüyor bir an. Ne diyeceğini kestiremiyor. En sonun da "ne içtin olum sen bana da ondan ver" diyebiliyor.
"İçmedim olum bir şey. Sadece bir süredir bunu düşünüyorum. Ne yapıyoruz lan biz?"
"Takılıyoruz olum işte. Gittiği yere kadar gidecek. Kısacık zamanımız var, onda da anlam peşinde koşmayalım."
"Anlam peşinde koşmak değil de, dediğin gibi kısacık zamanımız var. Bin yıl yaşamak ile bir saat yaşamak arasında gerçekten pek bir fark yok. Yani zamanın sonsuzluğunu falan düşününce hiç bir anlamı yok aradaki farkın."
"Heee yok"
"E beş yüz yıl bu evde yaşayacağıma yada bana 'buraları mutlaka görmelisin' diyen insanların dedikleri yerleri görüp, ye dediklerini yeyip, sik dediklerini sikerek yaşamak saçma değil mi lan? Sanki görünmez bir fanus içinde yaşıyoruz lan. Her yerde aynıydı amına koyayım. Herkes bir fanusun içinde, güvenli ve temiz bir hayat peşinde sanki. Çin'deki adamla Niger'deki adamın beklentileri aynı, ulaşmak için yöntemleri farklı. Bu adamlar, cihatçılar falan yani, farklı bir şey yaşıyorlar."
"Ne yapalım İslam Devleti için şehit mi olalım?"
"Ya yok. Aslında dava falan değil olay. O da yalan. Hem herkes bir davanın peşine düşüyor bazen. Bence bu adamların bana farklı gelmesinin nedeni başka bir şey. Adamların hayatına anlam katan şey ölüm ile nişanlı halde olmaları. Her an ölebilecek olma fikri hayatı anlamlı kılıyor sanki."
"Lan, geldiğimde sordun ya hani !neden ot aldın' diye. Ben bu otu ilk içmeye başladığımda lise birde falan okuyordum. Bizim oralarda torbacı falan yoktu. Okulda bir piç vardı, Recep diye. Onların semtten alırdık. Semtin merkez camisinin hemen karşı sokağında, adliyenin üç yüz metre falan ilerisinde bir ev vardı. Tüm sokak satıcı kaynardı da, biz o evden alırdık hep. Paranoya işte, bilmediğimiz bir şey verecekler diye korkardık. Hem evde otu satan da bildiğin teyzeydi. Güven veriyordu anlayacağın.
Neyse biz bu eve git gel yol yapmışız. Başlarda polisten falan korkuyoruz da, sonradan orospusu olduk işin. Polis falan varsa ıslıkla anlaşıyor şoparlar, kimse mal satmıyor. Bir gün teyzeden aldık malı yine, çıktık gidiyoruz. Sokaktan tam çıkacağız, bir adam "gençler var mı üzerinizde bir şeyler" dedi. Hızla bir kimlik çıkarıp soktu. Tam mal dönemleri anında tırstık. 'Yok amirim, arkadaşa baktık biz' falan diyoruz da, suratımızdaki ifade 'götümüzde koca parti kokain var' diye bağırıyor. Adam bizim üzerimizi aradı, ilk çepten çıktı tabii paket. 'Bu ne lan?' dedi. Cevap yok bizde. 'Yakarım lan sizi falan' çekmeye başladı, başladık yalvarmaya. 'Amirim babam beni keser, annem beni sopa ile döver, valla ilk bu, bir daha da olmaz' falan çekiyoruz. Nuh dedi peygamber demedi başta. Sonra yumuşadı. 'Lan gencecikte çocuklarsınız' demeye başladı. 'Nasıl yapsak ki' dediğinde anladım, yemlemek gerek. Cebimdeki tüm parayı verdim. Arkadaş da verdi. 'Siktirin gidin şimdi, görmeyeyim sizi bir daha burada' dedi. Cidden sikilip gitmiştik haa! ahhaha!
Bugün de aklıma geldi. Lan ne zamandır almıyorum. İçmek kadar almanın da zevki var sanki. Şimdi internetten söylüyorsun sen. Sanki lahmacun söylüyorsun. Geliyor içiyoruz. Her boku denedik, o pis evden aldığım otların tadını hiç bir şey vermedi. Ondan gidip aldım bunu. Sen de içirmemeye yemin etmiş gibi konu açıyorsun be birader.
Haklısın da. Adamlar ölümle nişanlı oldukları için senden benden daha canlılar. Devamlı bir heyecanları var." deyip yeni bir kapak hazırlamaya başlıyor Deniz. Hazırladığını bizim elemana uzatıyor "madem konuşuyoruz, sen de benim kafada olacaksın" diyor. Bizim elemanda Denize hak verip çekiyor dumanı.
"Ne bileyim olum" diye devam ediyor Deniz. "Kızılderili olsam adım 'patlak prezervatif' olurdu benim. Sağ olsunlar, hiç gizlemediler anne babam istenmeyen çocuk olduğumu. Sevgi açığını para ile şımartarak geçiştirmeye çalıştılar. O yüzden hiç değerini bilmedim paranın."
"Ben de bok gibi para kazandığım zaman anladım anlamı olmadığını" diye araya giriyor bizim genç.
"Öyle deme genco, parası olmayana paranın anlamı büyük."
"Para ile satın alınan şeylerin anlamı büyük sanıyorlar. Büyük evler, spor arabalar, sınırsız gezip tozma bla bla... Hiç birinin hiç bir anlamı. Para ile satılmayan şeyler daha anlamlı. İnsan her boku alacak kadar parası olunca anlıyor bunu. O zaman da yalnız kalıyor işte. Para ile alınamayacak şeylerin sadece masallarda kaldığını anlıyor. Çünkü bedava olası gereken şeylerin imajları satılıyor. Sanal sevgiler, dostluklar aşklar. Hepsi sanal. Sanal olduklarını anlayınca gerçeği de var sanıyor insan. Sanalı olan her şeyin gerçeği yok maalesef. Sadece sanalın sanalı üretilmiş, İlk sanalı gerçek sanalım diye."
"Ne yapalım olum, ölelim mi? Ver siparişi eroin getirsinler bari."
"Ya yok olum. Ölmeden önce yaşayalım diyorum ben. Ölüme yakın durursak hayat anlam kazanır."
"He IŞİD militanı yapacaksın sen bizi, koydun kafaya. Olum müslüman bile değiliz lan."
"Irak'dakiler müslüman da, Suriye kolunda çoğu değil zaten. Görüntüde öyleler sadece. Aslında çoğu sadece kafayı sıyırmış macera meraklıları. Hem para kazanıyorlar, hem heyecan yaşıyorlar, hem de cihat nikahı ile pedofili ruhlarını doyuruyorlar. Onlar olmasa giderdik bak cidden. Ama bu adamların varlığı bize gerçeği söyler. Her gördüğümüzde kendi yalanımız yüzümüze çarpar. Olmaz yani o iş, yaşayamayız orada."
"Eeee nereye varacaksın olum?"
"Yaaa illa bir yere mi varacağım olum."
"Tabii lan, soktun bizi bir yere, yok yaşamıyoruz, yok adamlar yaşıyor aslında. Her şey sanal gerçek yok falan! Bir yere gidelim de geleceğim lan peşinden."
"Deniz, ben içimde bir boşluk var diyorum, dolduracak bir şeyler arıyorum. Sana ne oluyor be yarrağım sen ne düştün peşime?"
"Bende de varsa demek ki boşluk, çareyi sende aradım. ahahaha."
"IŞİD falan değil de, ölüme yakın olmanın başka yolları da var aslında"
"Heee bu ülkede ölümden bol ne var la bu sıralar?"
"Lan olum, eyvallah şimdi markete gitmeye çıksak bıçaklanıp öldürülme riskimiz var ama o riske çok alıştık. Ondan bahsetmiyorum ben."
"Neden bahsettiğini biliyor musun bu sefer?"
"Biliyorum la biliyorum. Kiralık katil tutacağız derin internetten. Yüzde doksanının yalancı olduğu ilanlardan birini seçeceğiz. 20.000$ falan istiyorlar kişi başı. Paranın yarısını verip bekleyeceğiz. Büyük ihtimal dolandırılmış olacağız ama 'ya tutarsa' felsefesi bir değişiklik yarabilir."
"Tama lan" diyor Deniz.
Oturduğu koltuktan kalkıp arkadaşının yanına oturuyor. Bir kaç bağlantı dolaşıp katil ilanlarından birinde karar kılıyorlar. Her ülkede hizmet verdiğini iddia ediyor site. Fransız özel harekat ordusundan ayrılma askerler olduklarını iddia ediyorlar. Bizimkiler eyvallah diyor sanal parayı kod olarak yolluyorlar. İki kişi için paranın yarısı, yani 20.000$. Hiç bir şekilde devamı ödenemeyecek bir para. İlan sahte de olsa, gerçek de olsa.
Ne olur ne olmaz, son defa sevişmeden ölmeyelim diyorlar, internetin hiç de derin olmayan kısımlarından daha önce defalarca birlikte oldukları iki fahişeyi eve çağırıyorlar. Kadınlardan biri başka bir müşteri ile olacağını söyleyince iki katı para teklif ediyorlar. Diğer müşteriye "hastalandım kocacım" diye bir kısa mesaj gidiyor.
Kadınlar geliyor, kapaklar alınıyor. Kadınlardan biri kokain istediği için evdeki depodan kokain çıkıyor. Uyuşturucu ve kadın ile devam ediyor gece. Sabaha karşı, kadınlar gittikten, uykuya teslim olmadan hemen önce, Deniz ilanı çoktan unutmuşken, hatta horul horul uyurken, bizim oğlan ilanın doğru olası için ağlaya ağlaya dua ediyor. İlan yalan olsa bile bir işe yaramış, bizimki bir şeyler hissediyor, sadece bunu fark edemeyecek kadar kafası güzel.