Vallahi o kadar sulu gözlü bir çocuktum ki, anlatamam. Her boka hemen ağlayan şu hafif duygusal veletleri gözünüzün önüne getirin, hani şu kafasını kırmaktan zevk alınacak veletler. İşte ben onlardandım ya, baya baya sulu göz eleman bir çocuktum. Ne kadar mümkünse, sinirden ağlardım. Birileri sözümü kesince yada haksızlığa uğradığımı düşününce, hiç tutamazdım kendimi. Sık sık da erek adam ağlar mı ya, tacizine maruz kaldım haliyle.
Neden ağlamaz ki erkek? Büyüdükçe daha çok hissediliyor, erkeksen, ağlamamalısın, ağlamamalısın. Ben babamı hiç ağlarken görmedim. Ah yok, hemen hemen hiç ağlarken görmedim. Babasının öldüğü gün bile ağlamamıştı, tüm gece yanında olduğum için net hatırlıyorum. Dedem zaten hastahanedeydi, ağır bir ameliyattan çıkmıştı ama durumu iyi deniyordu. 13 Eylül 1999 gecesiydi, sadece ziyaret için hastahaneye gidiyorduk, ama amaçlar bazen sonuca uymuyor. Dedem kalp krizi geçirip o gece vefat etti. Ölüm zaten beklenen bir sondu ama, atlattı derken olunca insan gene de ufak bir şık geçiriyor. Gece hastahaneden eve döndüğümüzde, babam eline telefonu aldı, tüm tanıdıkları teker teker aramaya başladı. Her çocuğun babasına hayran olduğu anlar vardır, benim ki için, kahraman baba anı buydu. Ben aynısını yapabilir miyim diye çok düşündüm. Erkekler değil ama, babalar ağlamamalı herhalde. Ya da bir erkek, sadece çocuğu olunca erkek sayılmalı. Geri kalanımız için, ağlamak serbest olmalı.
Çünkü çaresiz kalınca ağlamalı insan. Ağlamak bir ayin gibidir, insan gücünün sınırını kabullenir, çaresizliği kucaklar ve bırakır göz yaşlarını. Dışarıya akmayan her göz yaşı, içeriye doğru akar, insanı içten çürütür. Zamanla duygular ölür. Duygusu ölen insan, insan sayılmaz.
Yok yok, babalardan ağlama hakkını almayalım. Hem bende babamı ağlarken gördüm la, hemde televizyon izlerken. Bir abla kardeş yarılık sahnesi vardı, orada ağlamıştı. Aslında kendi ablasına ağladığı gün gibi ortadaydı, çünkü ne ben, ne de annem bırakın ağlamayı, duygulanmamıştık bile. Çocukken ağlamayıp görevini yaparak kahraman olan babam, yetişkinliğim de ağlayarak kahraman oldu. Duyguları olduğunu ispatladı.
Neyse konu babam değil. Genel olarak erkeklere yönlenmiş baskılar. Çocukken başlıyor, sanki pipi ile doğmak, gizli bir tarikata üye olmanın yan ürünü. Erkek onu yapmaz, erkek bunu yapmaz. Lan ben çocukken "şeker kız kendi" izlemeyi seviyorum diye kendimi ılık gibi hissetmek zorunda mıydım? Salaklığa bak ya. Daha kadın ne erkek ne hatta ılık ne hiç bilmemesi gereken yaşta çocukken, sevdiğim çizgi filmi gizli gizli izliyordum ya. Niye? Çünkü o kız çizgi filmiymiş. Tövbe ya, kız çizgi filmi ne? Tamam barbiler ile oynamak garip, garip mi? Ne garibi lan? Oyuncak değil mi o? Hem barbi bebekken barbi ile oynayan, büyüyünce de canlı barbiler ile oynar değil mi? Yani bence böyle bir matık kurulabilir? Hem "kendi" neden kız çizgi filmi olsun ki? Daha üçüncü bölümde "kadınlara güvenme" mesajı veriyor bence. Kaşar "Eni"(Annie) nasıl da Candy'yi satarak evlatlık gidiyordu. En yakın arkadaşının hayatını çalıyordu falan.
Açtım izliyorum şimdi, garibim nasıl umutla tabii ki geri çevireceksin değil mi falan diyor. Sonra arkadaşını tekrar affedecek ileri ki bölümlerde falan. Ulan ben o diziyi çocukken doya doya izleseydim, hayatı çok daha kolay öğrenirdim. En azından şimdi bildiklerime nazaran. Baş karakter kız değil de oğlan olsa, hiç ılık muamelesi görmezdik. Şu hala bak, erkeklik izlediğin diziye bağlı sanki.
Bir de sadece erkeklere değil, artık kadınlara da aynen bu baskı var. Sorun cinsiyette değil, cinsel kimlikte. Kadınlardan erkek olmaları, yada "kadın" olmaları isteniyor. Erkek olacaklarsa geçecekler bu kendi ayaklarını, duygusuz yaratıklar olacaklar. Ağlamayacaklar. Güçlü olmak ağlamamaktan, daha doğrusu duygusuz olmaktan geçiyor. Çizilen güçlü kadın imajlarına baksanıza, ceketli kravatlı kariyer peşinde kadın. Şirket çalışanları, mimiksiz suratlı, düz saçlı kadınlar. Kadınlar için ya bir diğer yol da seks objesi kadın. Ben büyünce anne olacakğım diyen kız çocuğu kalmış mıdır acaba? Ya kıçını başını açıp bir yerlere gelmeye uğraşan, üç yıl sonra kimsenin hatırlamayacağı şarkıcılara özeniyorlar, az sayıda olan da babasına. Güçlü erkek modeline. Bu ney lan. Sabah sabah derdimi seveyim, bana ne? Ben iki Candy izleyeceğim, sonra da hikaye yazacağım.
Erkek nedir? Erkeği geç, insan kendi yolunu açandır. Gerisi tatsız tuzsuz robotlar gibiler.
Neden ağlamaz ki erkek? Büyüdükçe daha çok hissediliyor, erkeksen, ağlamamalısın, ağlamamalısın. Ben babamı hiç ağlarken görmedim. Ah yok, hemen hemen hiç ağlarken görmedim. Babasının öldüğü gün bile ağlamamıştı, tüm gece yanında olduğum için net hatırlıyorum. Dedem zaten hastahanedeydi, ağır bir ameliyattan çıkmıştı ama durumu iyi deniyordu. 13 Eylül 1999 gecesiydi, sadece ziyaret için hastahaneye gidiyorduk, ama amaçlar bazen sonuca uymuyor. Dedem kalp krizi geçirip o gece vefat etti. Ölüm zaten beklenen bir sondu ama, atlattı derken olunca insan gene de ufak bir şık geçiriyor. Gece hastahaneden eve döndüğümüzde, babam eline telefonu aldı, tüm tanıdıkları teker teker aramaya başladı. Her çocuğun babasına hayran olduğu anlar vardır, benim ki için, kahraman baba anı buydu. Ben aynısını yapabilir miyim diye çok düşündüm. Erkekler değil ama, babalar ağlamamalı herhalde. Ya da bir erkek, sadece çocuğu olunca erkek sayılmalı. Geri kalanımız için, ağlamak serbest olmalı.
Çünkü çaresiz kalınca ağlamalı insan. Ağlamak bir ayin gibidir, insan gücünün sınırını kabullenir, çaresizliği kucaklar ve bırakır göz yaşlarını. Dışarıya akmayan her göz yaşı, içeriye doğru akar, insanı içten çürütür. Zamanla duygular ölür. Duygusu ölen insan, insan sayılmaz.
Yok yok, babalardan ağlama hakkını almayalım. Hem bende babamı ağlarken gördüm la, hemde televizyon izlerken. Bir abla kardeş yarılık sahnesi vardı, orada ağlamıştı. Aslında kendi ablasına ağladığı gün gibi ortadaydı, çünkü ne ben, ne de annem bırakın ağlamayı, duygulanmamıştık bile. Çocukken ağlamayıp görevini yaparak kahraman olan babam, yetişkinliğim de ağlayarak kahraman oldu. Duyguları olduğunu ispatladı.

Açtım izliyorum şimdi, garibim nasıl umutla tabii ki geri çevireceksin değil mi falan diyor. Sonra arkadaşını tekrar affedecek ileri ki bölümlerde falan. Ulan ben o diziyi çocukken doya doya izleseydim, hayatı çok daha kolay öğrenirdim. En azından şimdi bildiklerime nazaran. Baş karakter kız değil de oğlan olsa, hiç ılık muamelesi görmezdik. Şu hala bak, erkeklik izlediğin diziye bağlı sanki.
Bir de sadece erkeklere değil, artık kadınlara da aynen bu baskı var. Sorun cinsiyette değil, cinsel kimlikte. Kadınlardan erkek olmaları, yada "kadın" olmaları isteniyor. Erkek olacaklarsa geçecekler bu kendi ayaklarını, duygusuz yaratıklar olacaklar. Ağlamayacaklar. Güçlü olmak ağlamamaktan, daha doğrusu duygusuz olmaktan geçiyor. Çizilen güçlü kadın imajlarına baksanıza, ceketli kravatlı kariyer peşinde kadın. Şirket çalışanları, mimiksiz suratlı, düz saçlı kadınlar. Kadınlar için ya bir diğer yol da seks objesi kadın. Ben büyünce anne olacakğım diyen kız çocuğu kalmış mıdır acaba? Ya kıçını başını açıp bir yerlere gelmeye uğraşan, üç yıl sonra kimsenin hatırlamayacağı şarkıcılara özeniyorlar, az sayıda olan da babasına. Güçlü erkek modeline. Bu ney lan. Sabah sabah derdimi seveyim, bana ne? Ben iki Candy izleyeceğim, sonra da hikaye yazacağım.
Erkek nedir? Erkeği geç, insan kendi yolunu açandır. Gerisi tatsız tuzsuz robotlar gibiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder