18 Haziran 2014 Çarşamba

İthalat

Eski sevgilim anlatmıştı, ilk Fransızca derslerinde, dersi veren öğretmen öğrencilerden Türkçe kelimeler söylemelerini istemiş. Herkes bir kaç kelime söylemiş, sonra öğretmen, bu söylediğiniz kelimelerin pek çoğu Fransızca kökenli kelimeler demiş.Tanzimat sonrası giren kelimeler bunlar, Tanzimat'tan öncede Arapça ve Farsça kelimeler ile doluydu dil. Türkçenin başka diller tarafından bu kadar kolayca tecavüze uğramasının nedeni Türkçe'nin dandik bir dil olmasından kaynaklanmıyor. Kullananların her boku ithal etme ve kendine uyarlama merakından kaynaklanıyor. Yoksa Türkçe başlı başına bir dil grubu oluşturuyor. 

"Muhafazakar" olmayı hiç beceremedi Türkler desem, kıçınızla gülersiniz herhalde.

Türkiye'de siyasal iktidara sahip parti kendini muhafazakar olarak tanımlıyor ya, asıl ona gülün siz. Hem muhafazakar olup, hem her boku değiştirmeye çalışan tek siyasi yapı bu adamlar olsa gerek. Adı üzerinde, muhafaza etmektir la muhafazakarlık. Ha dertleri muhafaza değil, iltica ise, o konuda da beceriksizler. Çünkü torunlarıyız dedikleri devlet ile alakaları yok. Bir kere sadece kendini düşünen, bu uğurda iç dış tüm politikayı batıran bir adamı Osmanlı direk asardı. Kaldı ki, zaten atama yolu ile sadrazam olma şansı hiç yoktu. Hele Ahmet bırakın "nişancı" falan olmayı, Etiyopya'ya diplomat olamazdı. (O zamanlar zaten Etiyopya yoktu, Habeşistan vardı. He bir de nişancı dış işleri bakanı gibi bir şey) 

Zaten padişah falan olamazdı. En az eğitilmişi, İETT kökenli adamdan bin kat iyi eğitim almış oluyordu onların. Ha, olsa olsa Mustafa ve İbrahim gibi bir kaç ay saltanat sürerdi. Anladınız onu siz.

Bu adam olsa olsa Avrupa tiranlarının, ithal edilip uyarlanmış versiyonu olur. 

Zaten Siyasal İslam fikrinin kendisi ithal lan. Benimde bahsedeceğim buydu ama gene Tayyip aklımı aldı, başka şeylerden bahsettim. Siyasal İslam yazıp wiki'den falan bakın. Bu topraklardan çıkmadı öyle bir şey. Milli görüş ile pek alakası olmayan bir şey bence. Kaldı ki, biz dinin kendisini de ithal ettik. Yok lan, aramızdan bir peygamber uydursaydık falan demiyorum. Demek istediğim, biz İslam'ı almadık, Arap 9.yy'da ki Arap dinini kabul ettik. Hatta emin ol senin deden de etmedi, politik çıkarı gereği yöneticiler etti, halk da etmiş sayıldı. Almanya ile birinci dünya savaşımızdaki ilişki gibi oldu. Cumhuriyet dönemine kadar Kuran anlayan sıradan insan yoktu la. Çeviri yok çeviri, çeviri olsa, okuma bilen pek yok. O yüzden diyorum, öyle ithal ettik bir dini, üzerine de pek düşünmedik. 

Mezhepçilik bu ara pek meşhur. O da din ithalatının promosyonu olarak gelmiş. Bu mezhep olayı zaten baştan saçmalık, inanmıyorum ben mezhep olayına hiç. Tamamen salaklık arkadaş. La, siyasal bölünmeden kaynaklı din ayrışması mı olurmuş? Hayır dini İznik'te pagan imparator başkanlığında bir konsülde kursanız, anlarım. İslam'dakini hiç anlamıyorum. Bir de bizde işin komik tarafı, sunni olup da Kerbela'ya ağlayanlar. Şahsen ben o dönemde yaşasam, şiadan olurdum. Ebu Süfyan'ın oğlundan halife mi olur la? Torunu da Yezid la, Kerbela katliamının faili falan. Çok saçma bir yan ürün bu mezhep olayı. İnanmayın böyle şeylere. (Gerçi dine inanan kişi sayısı, mezhebe inanan sayısından azdır. Adam dine inanmaz, Aleviler şöyle böyle der. Aşırı ithal kafanın saçmaları işte)

Milliyetçilik, ırkçılık falan da ithal mal. Daha önce yazdım bunu, tekrar etmeyeceğim. (Sonra biri çıkar, yazar bozdu, kendini tekrar ediyor der. Ondan değil ama, desin iplemem de, üşendim aynı şeyleri yazmaya)

İthalatın dibine vurmuş olan ise "sol" dediğimiz olgu. Aydınları ayrı deli, sıradan olanları ayrı deli. İkiye bölüyorum. Zaten bölünmeye çok alışkın "bunlaaaaar". Birinin ak dediğini, öbürü küfür algılıyor. 

Şimdi üst tabakadan olan, Avrupalarda okumuş, master falan yapmış olanları var. İsim vermeyeceğim. Bu tipler kendilerine aydın der, halkımız şöyle böyle konuşmaya bayılırlar. Öyle de bir konuşurlar ki, anlayamazsın. Hani Vizontele filminde bir sahne vardı, dur sahne anlatmayı beceremem, aha bu. Neyse, sürekli terimler ile konuşurlar. Cümlede "-zm" ile kelime olmazsa utanırlar. Sözde halk için çalışırlar, ama ne dediklerini halk hiç anlamaz, "adam iyi konuşuyor" der kalır. İşte bu adamların tüm o süslü kelimeleri ve bu kelimeler ile ifade ettikleri kavramları, ithaldir. Avrupa'dan yada onun yavrusu Amerika Kıtası'ndan ithal. (Az sayıda G. Amerika olmazsa olmaz, tuz biber o) Bana inanmıyorsanız, bu adamların/kadınların birinin katıldığı açık oturum programını izleyin. Kendilerine ait tek bir fikirleri yoktur. Sürekli alıntı yaparlar, kendilerini desteklemek için Batı'lı filozofları kullanırlar. Kendi toprağını bile Fransız şairden dinler. Ah zaten o Fransa olmasa ne yapacaktı lan bu insanlar? Fransa'nın kendine hayrı olsa, Almanlara ezilmez ya da ne bileyim, sokaklardaki kedi boyutundaki fareleri temizler. 

Alt grup olan gençler daha beter. Gezi parkında liseli bir kız, bir broşür dağıtıyordu. Aldım baktım, üzerinde aşağı yukarı şöyle bir şey yazıyor. "Devrim yakın, gençler komün hayatını, dostluğu, paylaşmayı gördü. Bu sistem yıkılacak vb. vb." Bu saçma broşürü elbette o kızcağız basmadı ama, benim aptal kızım, ne yazdığını sen anladın mı da da dağıtıyorsun onu? Ne komün'ü la? Gizli bir örgütlenmemi kurduk, Gezi parkında buğday üretimine mi başladık? Komün dediğin de bu ikisinden biri omalı sanki. Tabii Şimdi bir fraksiyonda komün başka anlama geliyor, öbüründe başka. Benim bildiğim, özünde özel mülkün olmadığı, ÜRETİMe dayalı bir model. E Gezi tam olarak ne üretti? Sadece bir kaç zekice slogan. Adama yol yapmayı, AVM açmayı, montaj sanayisini üretim sanıyor diye salak diyoruz bir de. Derin tabii, adam salak da, sen daha salaksın be gülüm. Yoksa her boku bu kadar iyi bilip, sürekli kaybedemezsin. O yola, hiç kullanamayacağı hava alanına seviniyor diye koyun, sen hayali üretimler ile komün kuran deha. Şimdi kesin, "sen geziyi anlamamışsın" falan dersin, işbirlikçi, dönek falan dersin, peşinen cevap vereyim, hade len oradan. Cumhuriyetçi teyzelerin getirdiği kolalar ile, TRT yalakası PEPE Kıraç'ın reklam için römork ile getirdiği erzak ile devrim mi olur la? Engin Ardıç'ın bile diline düşersiniz.

Sadece bu değil, ağ babalarının yaptıkları şu; üretilmiş ana fikrin, çeşitleri arasından seçim yapmak. E hal böyle olunca, bilgiyi kaynaktan değili, bu adamlardan alan, o da az kısmı okuyarak, diğerleri okuyanı dinleyerek alan, fazlasını da aramayan gençten ne bekliyorsun. İthalatın, ithalatının, ithalatı bir kafa çıkıyor ortaya. Yahu bu kafayla vatanı geçtim, kendisine hayrı olmaz insanın. Deney meraklısın arkadaşlar, gördükleri bir eylemde, eylemcilere sloganlarının anlamını sorsunlar. Yarısından cevap alamazsın, yarısı da yanlış cevap verir. Bilinçli olanı bulmak imkansız gibi.

"-zm" ile biten her şey ithal zaten. İthal olanı sevmiyorum arkadaş. Bir yerden patlıyor bünyemde. Eğreti duruyor. O yüzden hep kendi fikrimi üretmeye çalışıyorum, bu çalışmalarda bazen Amerika'yı yeniden keşfetmek oluyor. Tabii kendimin de pek çok şeyi direk ithal ettiğimin farkındayım. Daha doğrusu, farkında olmadan ithal ettiğimin farkına varıyorum bazen.

Olay sadece düşünsel de değil. Televizyondan en çok parayı Acun kazandı herhalde. Nasıl kazandı? Formatları ithal etti, sonrasında bize uyarladı. Montaj sanayisi gibi. Otaya yeni bir şey çıkıyor ama tüm parçalar zaten hazır alınmış. Acun'un farkı ve görece başarısı, ithal ettiği üründe değişiklik yapması. Malesef Acun'un televizyon için yaptığını, bizim fikir insanlarımızdan pek çoğu yapmıyor. Başarılı dizilerin pek çoğu da yabancı dizilerin uyarlamaları oluyor. İşin komiği, bu dizileri bir de ihraç etmemiz. Varın bizden dizi alanların halini siz düşünün. Petrol parası tatlı ama, tüm o Arap ülkelerinin toplam üretimi İtalya'dan bile az.

İthalata daha somut örnekler isterseniz, et ithal eder haldeyiz. Eti geçtim, buğday ithal ettik buğday.

En acı yanı, bize ait olanları bile ithal eder olduk. Daha önce yazmıştım galiba, Avrupa mimarisini taklit etmeye çalışırken, Avrupa'daki Tukomania, modasını ithal ettik. Kendimizden olanı Avrupadan tekrar ithal etmek. Japona balığı satıp suşiyi almak gibi. Kadın erkek eşitliği mesela. Kadın'ın  en değerli olduğu ülkeler bizim ülkelerdi. Şimdi geldiğimiz noktaya bak. 19.yy'da gürültü nedeni ile evinden taşınma cezasına çarptırılan ZENCİ KADINlar, Divan-ı Hümayun'a kadar çıkıp haklarını savunabildiler. Öyle soylu falan değillerdi, basit mahallenin basit insanlarıydılar. (Divan-ı Hümayun Anayasa Mahkemesi gibi bir şey bu örnekte) He bu eşitlik Türkler'in süper insanlar olmasından kaynaklanmıyor. Yazının tamamını okursan, hiç de süper insanlarız demediğimi görmen gerek zaten. Aksine, üretemeyen insanlarız. Neyse, eşitliğin kaynağı, bozkır yaşamının izleriydi. Zaten bana kalırsa kadın erkek eşitliği şehir yaşamında imkansız. Ancak "erkekleşen kadınlar" ile erkekler eşit oluyor. Neyse başka bir yazıya konu olsun.


Sonuç, böyle işte ya, ne iphone üretebiliriz, ne yeni bir fikir. Ancak montaj yapar, slogan üretiriz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder