Geçen İstanbul'a dolu yağdı ya hani, heh işte ondan sonraki bir kaç gece de yoğun yağmur yağdı. İşte o yağmurlardan birinde, ben okulumun bahar şenliğindeydim. Yedi yıldır üniversitedeyim, ilk defa kendi okulumun şenliğine gittim ya, yağmur yağdı, yarım kaldı konserler. Fena bir deprem olamadığına şükretmem gerek aslında. Neyse, baktım olay erken dağıldı, bari dedim otobüsle döneyim eve, boşuna taksi parası vermeyeyim. Bir yandan da her işte var bir hayır diyorum içinden, taksi parasından yırttık ya, hayır sanıyorum.
Neyse ben ilk vesait otobüs yolculuğumu bitirdim, ikinciyi bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum. Ben beklemesine bekliyorum da, ne otobüs geliyor, ne minibüs. En son orada otobüs beklerken başıma ne geldiğini şu yazımda anlatmıştım. Ufak ufak yürümeye başladım, yoldan bir taksi çevirir binerim dedim. Hala da kardaydım hani. Sonra, yağmur çiselemeye başladı, çiseleyen yağmur sağanak halini aldı, yanıma bir taksi yanaştı, elimle yok diye işaret ettim. Neden diye sorsanız bilmiyorum. Cimri biri de değilim ki para vermek istemiyor olayım. Sadece, yağmur altında yürümek istedi canım. Canımı seveyim, insanın canı Edirnekapı - Rami arası yolda romantik yağmur yürüyüşü ister mi la? İstiyor işte ama.
İnsanın içi bir kere yanınca, iç yanması ne demekmiş anlıyor. İçinde ki yangınlar sönse bile, geriye asla sönmeyen ufak bir kor kalıyor sanki. Arkadaşınla muhabbet ederken fark etmiyorsun, kitap okurken rahatsız etmiyor, annenle yemek yerken boğazına takılmıyor. ama beklenmedik bir anda, seni yağmur altında yürütecek kadar içini yakıyor. Bazen bir filmin bir sahnesi, bazen bir dizi repliği, çoğu zaman bir şarkı uyandırıyor uyuyan koru. Yağmur altında yürürken, her damla biraz daha serinletti beni. Sıçan gibi ıslanmak neymiş, sağanak yağış altında üç kilometre yolu aheste aheste yürürken anladım ben. Kulaklıklardan kulağıma dolan şarkı ve yağmur dışında hiç bir şey yoktu. Kafamdaki deli sesleri bile yalnızlığıma saygı duyup terk ettiler la beni bu yürüyüşümde.
Sağanak yağmur altında yıkanmak insanı baya bir arındırıyor da, aheste aheste üç kilometre yol yürümenin de pek anlamı yok. İnsana bir iki şarkılık yürüme dilimi yeter aslında. Yani bana yetmişti, geri kalan yolu az önce beni yıkayarak arındıran yağmura saygısızlık olmasın diye yürüdüm. Bir nevi vefa borcu diyebiliriz. Sonra sebepsiz yere ananem geldi aklıma, o da bu geceki yağmur gibi beni yıkamaya pek meraklıydı. Belki ananem yıkıyordur beni şimdi diye düşündüm, kafa deli seslerim geri geldi. Kalan yol boyunca hayaller kura kura yürüdüm.
Eve gelince hemen sıcacık bir duş aldım. Tabii yapılan deliliklerin bir sigortası olmalı. O duşu almasam çok pis hasta olurdum herhalde. Ya da olmazdım ya, ben hasta olmam ki. Ancak yılda bir bilemedin iki defa farenjit olurum. Bu kış istisna, hayatımda hiç üşütmemiştim. On kiloluk falan bir kilo kaybım olmayaydı, o da olmazdı bence.
Aslında bu yürüyüş son zamanlardaki ilk yağmur yürüyüşüm değildi. Bir iki gün önce de yürümüştüm ama biri bakkaldan eve, öbürü taksimde bir bardan öbürüne kadar mesafelerdi. Üzerimdeki deri ceketimden akan boyalar beyaz tişörtümü mor renge boyamayı başardılar. Lan anacım da yeni almıştı, hiç ettik tişörtü. Bütün yaz giyerdim lan ben onu. Bu arada bana kıyafetlerimi hala annem alır, hiç haz etmem alışveriş yapmaktan.
Bu da öyle ıslak bir anımdı, siktiğim liseli hikayesi arka sıradakilere döndüğü için kendimi böyle rahatlatayım dedim. zaten vazgeçtim amk, başka hikaye yazıcağım. Saçma sapan çocukların hikayesi mi olur lan? Ancak ÖSS muhabbeti yapsın onlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder