Kırış kırış olmuş göz kapaklarının ardından minicik görünen gözleri ile bir kaç bank ötede bira içen gençleri izliyor. Saat gece yarısını çoktan geçmiş, gençler son bira şişelerinin de dibini görmek üzereler. Aslında gençlerin yanına gidip, bankın altına sotedikleri boş bira şişelerini isteyebilir. Gençler de ona şişeleri verirler. Bir yandan da, acıyan gözler ile ona bakarlar. Bile isteye atmaz gençler o bakışları, farkında bile olmazlar belki ama, yaşlı adam hisseder o bakışları. Depozitolu bira şişesi toplayarak yaşadığı son bir kaç yıla rağmen, hala alışamadı bu bakışlara. Mecbur kalmadıkça, başka bir şişe toplayan şişelere göz dikmedikçe, bira şişelerini toplamak için herkesin son birasını bitirip içtikleri yeri terk etmelerini bekler.
Bira içen gençler hararetli hararetli bir şeyler konuşurken, yaşlı adam sonbaharla gelecek ilk yağmurları düşünüyor. Son bir kaç yıldır terk edilmiş müstakil bir evde bir kaç evsiz ile birlikte yaşıyordu. Evin sahibi öldükten sonra çocuklar arasında çıkan miras kavgası yüzünden bu ev atıl vaziyette bomboş kalmıştı. Kış aylarında soğuktan kısmen, yağmurdan tamamen koruyan bir barınaktı. Arada bir, tinerden kendini tamamen kaybetmiş sokak çocukları da buraya gelir, ama ahı gitmiş vahı kalmış bu evsizlere ilişmezlerdi. Sadece bir keresinde, evsizlerden biri çocuklara verdiği nasihati uzattığında, kalbinin üzerine yediği bir bıçak ile bunun bedelini ödemişti. Nadiren de polis bu eve bir uğrar, hırsızlıktan aranana bir çocuk hakkında evsizleri sorguya çekerdi. Evsizler, başları polisle belaya girmesin diye bildikleri bilmedikleri her şeyi anlatırlardı. Polis bazen hijyen kurallarına uymayı bırakmış evsizlerden bir kaçını alır, itfaiye merkezine götürüp burada hortum ile yıkardı.
Bizim yaşlı adam, bu yüz kızartıcı hijyen uygulamasına hiç maruz kalmamıştı. Evsizlik yaşamında mümkün olabileceği kadar hijyen kurallarına uyar, kendisini temiz tutardı. Pantolonunun cebinde taşıdığı makas saçını ve sakalını kısa tutmasına yarıyordu. Ayrıca istenmeyen bir durum meydana geldiğinde, kendisini koruma amaçlı olarak da kullanabilirdi. Çok şükür, bir kaç tehdit savurması dışında hiç kullanmamıştı o makası. Çöpten aldığı bir bidonu itfaiye suyu ile önce yıkar, sonra o bidona doldurduğu suyla bir köşede vücudunu ve kıyafetlerini yıkardı. Köpekler ile aynı yerlerde uyumaktan ve her gördüğü köpeği sevdiğinden, üzerine sinen köpek kokusundan kurtulmak için sık sık kıyafetlerini yıkardı.
İnsanlar ona acısa bile, gene de haline şükrediyordu. Hala nefes alabildiği için, karnını doyurabildiği için ve köpek bile olsa da, hala arkadaşları olduğu için. Ama bu yazın başında, başına gelebilecek en büyük felaket gelmişti. Kaldığı evin mirasçıları bir müteahhit ile anlaşmışlardı. Ev yıkılacak, yerine bir apartman yapılacaktı. İnşaatta bir süre daha kalabilirdi ama elinde sonunda bina tamamlanacaktı. Bir yandan gençlerin biralarını bitirmelerini beklerken, bir yandan bu kışı nasıl atlatacağını düşünüyordu. Kış mevsimi inşaat sezon olmadığı için içinde kalabileceği bir inşaatta olmayacaktı. Belki bu semti terk edip, hala atıl duran evlerin olduğu başka bir semt bulabilirdi. Tabii her tarafı inşaat şantiyesine dönmüş bu şehirde öyle bir semt hala varsa.
Bu sırada uzaklardan birbirine çarpan bira şişesi sesleri geldi. Bu saatte açık tekel kalmadığından, bu gelenin başka bir şişeci olduğunu anladı. Oturduğu yerden kalkıp, mecburen gençlerin yanına doğru ilerledi. Gençler onu görünce bir an duraksadılar, sonra da tanıdılar. Bira içenler ve bira şişesi toplayanlar birbirlerini göz aşinalığı ile olsa da tanırlar bu semtte. Yaşlı adam daha ağzını açmadan, gençlerden biri bankın altında duran boş şişeleri toparlamaya başlamıştı bile. Yaşlı adam usulca selam verdi onlara, mahcup ola ola boş şişeleri istiyor. Bir yandan da diğer şişeci adamın kim olduğunu görmek kafasını arkaya çevirip bakıyor. Ne kadar uzakta da olsa, yaşlı adam hasmını tanıyor.
Tertemiz giysileri, sinek kaydı tıraşlı suratı, özel şampuanlar ile yıkadığı kısacık kıvırcık saçları ve küpeli kulağıyla boş bira şişesi toplayan bu adamı sadece o değil, sokakta ya da parkta bira içen tüm semt sakinleri tanıyor. Bu ufak çaplı bir semt efsanesi olmuş durumda. Bu haliyle şişe toplamaya başlamadan önce de onu tanıyan herkes, onun hakkında farklı bir hikaye anlatıyor. Hatta iki farklı hikayeye sahip birileri aynı ortamda takıldıklarında, kendi hikayelerinin daha doğru olduğu hakkında kavgaya bile tutuşuyorlar. Bazıları onun zengin bir babanın işe yaramaz oğlu olduğunu söylüyor, bazıları adamın kendisinin zengin ama deli olduğunu ve geceleri zevk için bu işi yaptığını söylüyor, bazıları ise zamanın da çok zengin olduğunu ama sonradan iflas ettiğini söylüyorlar, bazıları ise karısının çok zengin olduğunu söylüyor. Tüm yorumlarda ortak olan tek şey, adamın en azından bir zamanlar zengin olduğu.
Yaşlı adam ise bu dedikoduların hiç biri ile ilgilenmiyor. Herhangi birinin zenginliği yada fakirliği onun ilgi alanının dışında. Bu adam ile arasındaki husumetin nedeni, bir yıl kadar öncesine dayanıyor. O gece yaşlı adam sabaha karşı üretilen poğaçalardan almak için pastahaneye yürüyordu. Yakınlardaki parktan bir köpeğin acı acı havladığını duydu. Sonrada kırılan şişenin senini. Adımlarının yönünü köpeğin kaçtığı yere doğru çevirdi. Parktan biraz uzakta buldu yaralanmış köpeği. Uzun suratlı, sıradan bir sokak köpeğiydi. Kafasının sol tarafında kocaman bir yarık vardı. Sert bir şey ile, muhtemelen bir şişenin dibi ile açılmış bir yara. Yaradan akan kan hayvanın tüm suratına yayılmıştı. Bir yandan acı acı inliyor, bir yandan da uzun dili ile suratını yalayarak kanı temizlemeye çalışıyordu. Sanki dayak yediği dayaktan utanıyor da, izleri gizlemeye çalışıyordu. Yaşlı adam plastik bir şişe bulup, yakındaki bir caminin şadırvanından su temin etti. Köpeğin yanına geri dönerken, söylenip küfürler savuran adamı gördü. Ettiği küfürler köpeklere yönelik olduğundan, bu adamın köpeği yaralayan adam olduğunu anladı. O an öldürmek istedi onu. Adamın elindeki poşette olan her boş şişeyi adamın kafasında kırmak istedi. Ne kadar sinirli de olsa, gözü dönmemişti o kadar. Kafa kafaya gelseler, kendisinden çok daha genç ve sağlıklı olan bu adam karşısında hiç bir şansı olmayacağının farkındaydı. Sessizce süzüldü oradan ve köpeğin yanına gitti. Suyla hayvanın yarasını temizlemeye çalıştı. Köpek kafasından süzülen suları içmeye çalışırken, yaşlı adamın kafasında geçmişten kalma bir ses, pısırıklığına küfretti.
Başka bir şişecinin geldiğini gören sadece yaşlı adam değildi. Şişeleri toplamakta olan gençte diğer adamı fark ediyor. Kendisinin ve arkadaşlarının içmekte oldukları şişelere bakıyor, şişelerin yarısı dolu durumda. Diğer adama gıcık olduğundan ya da adamı tanıdığından değilde, bu yaşlı adamın haline acıdığı için, yaşlı adama biraz burada beklemesini, bitecek şişeleri de almasını söylüyor. Az önceki hararetli konuşmaların merkezinde olan genç, ancak arkadaşı yaşlı adamla konuşunca yaşlı adamın varlığını fark ediyor. Sarhoşluğunun da ona verdiği yetkiyle abartılı bir merhaba diyor. Üçüncü ve ve son genç ise bu "merhaba" ile birlikte abartılı bir kahkaha atıyor. Alkol gençlerden birine saçmalama, diğerine abartma yetkisi vermiş, ortam kontrolü de diğer gence kalmış gibi. Şişeleri toplamasına ve gelenleri ilk fark edenin o olmasına bakılırsa, görevini şimdilik gayet iyi yerine getiriyor.
Üç genç adamın arasına düşmenin gerginliğini yaşıyor, yaşlı adam. Çoğu evsiz, bizim yaşlı adamın aksine şarapçı olurlar. Davet edilmeden gelir, gençlerin yanlarına otururlar. Sigara ya da alkol dilenirler. Karşılık olarak, kendi hikayelerini anlatırlar. Muhabbet siken yaşlı bir bunak ile fazla tecrübesi olmayan gençler, bu adamların anlattıkları hikayeleri ciddiyetle dinlerler. Bu adamlar, ya kardeşleri, ya babaları, ya çok yakın bir arkadaşları ya da karıları tarafından ihanete uğradıklarını söylerler. Kendileri her zaman mazlum ve mağdurdur. Bu ayyaşlar ile ilgili tecrübesi olmayan gençler, adamların söylediği her sözü ilahi bir kelam gibi sorgulamadan kabul eder, onlara hak verirler. Çok çekmiş adam, derler. Kendi ufak dünya görüşlerini desteklemek için adamın anlattıklarından ufak parçaları örnek gösterirler. Bir boktan haberi olmayan bir ayyaşı, sokak filozofu ilan ederler. Değersiz hayatında hiç bir zaman önemli olamamış bu adamlar, gördükleri alaka ile coştukça coşarlar, ortakça yaratılan bu yalana kendilerini inandırırlar. Kendilerini önemli hissederler. Haftada bir kere böyle saf olan bir grup genç bulsalar, yaratılacak yalan dünyada kendilerini kandırabilirler.
Tıpkı, doğdukları andan ölecekleri güne kadar olduğu gibi.
Alkolün verdiği yetki ile saçmalayan genç, elindeki yarı dolu bira şişesini içmesi için yaşlı adam uzatıyor. Yaşlı adam, uzatılan içkiye uzanıp uzanmamak da tereddüt gösteriyor, ancak geri çeviriyor. Uzatılan içkiyi reddeden bir evsiz, işte bu gençler için yeni ve ilginç bir şey. Saçmayama yetkisini bir adım öteye taşıyan genç, neden reddettiğini sorma patavatsızlığını yapıyor. Yaşlı adam, ağzından kerpetenle laf çıkar gibi içki içmediğini söylüyor. Hem saçmalayan, hem de patavatsız olan genç, yaşlı adamın konuşmak istemiyor olduğunu anlamıyor, ortam kontrolcü genç onu durduramadan "günah diye mi içmiyorsun" diye soruyor. Yaşlı adam evet, diyor, ortam kontrolcü genç arkadaşına "sana ne olum ne uzatıyorsun?" diyor, abartılı genç ise bıyık altından gülüyor. Saçmalamayı en doğal hakkın sanan genç, arkadaşına dönüp "bir dakika" diyor, sonra da yaşlı adama dönüp, olabildiği kadar nazik ve saygılı davranmaya çalışarak " peki gençken içer miydin" diye soruyor.
Yaşlı adam evet diye cevap verdiğinde, saçmalayan genç haykıran gence dönüşüyor. "Abi işte buuuu" diye haykırıyor. "Yumurta göte dayanmadan din falan umurunda değildi değil mi?" diye soruyor, ne yaşlı adam cevap veriyor, ne de saçmalayan genç verilecek olası bir cevabı bekliyor. Arkadaşlarını dönüm "din işte bu olum, ölüm korkusun sarınca, yok Allah, yok peygamber. Ölmek istemeyen birileri bir uydurmuş, hepinizde ha öyle, he böyle diye sözde inanıyorsunuz. Yalan mı amına koyayım? Nasıl hala din iman diyorsunuz anlamıyorum abi. Çok basit ya, çok basit. Ölmek istemiyorlar, ölümden sonra da hayat uyduruyorlar. Bok var lan ölünce. Şey vardı hani, neydi lan o filmin adı?" Arkadaşları bir kaç film adı söyler, "yok ya onlar değil, neyse işte adam film de adam anlatıyordu ya, ölünce toprak olacaksın yeğen, sonra ot olacaksın, sonra inek yiyecek seni sıçacak bok olacaksın. ahahahah. İnamıyorum olum sizin de inandığınıza. Bu kadar salak olamazsınız..."
Saçmalama efendisi nefesi bile almadan nutkuna devam ederken abartan genç kahkahalara boğuluyor, arada "ne adam bu yaaa" saçmalayanların efendisine takılıyordu. Ortam kontrolünden sorumlu arkadaşlık bakanı olan genç de kahkahalara boğulmuştu. Arkadaşlarının söylediklerine değil, söyleme biçimine gülüyorlardı. Bazı insanların ne dediği değil, nasıl dediği daha çok ilgi çeker. Yaşlı bir adamın sonradan gelir dindarlığı üzerinden, sanki tüm dünyadaki inançların anlamsızlığını çözmüş olmanın heyecanı ile nutuk atıyor saçmalama tanrısı. İşte arkadaşları onun bu halini çok komik buluyorlar. Aslında ikisi de dindar olmaktan çok uzak olsalar da, kendi çaplarında inançlı insanlar. Bir başkası inançlarını bu kadar küfür dolu yaklaşsa arıza çıkaracak yapıya da sahipler ama söyleyen saçmalama efendisi olunca, pek de ciddiye alma gereksinimi duymuyorlar.
Yaşlı adamsa, hepten kendi içine gömülmüş düşünüyor. Hakkı var diyor kendi kendine. En azından, ölüm ve iman arasındaki bağlantı konusunda. İçki içmiyordu, çalmıyordu, kimse hakkında konuşmuyordu. Günah olduğunu bildiği ne varsa bunlardan uzak durmaya çalışıyordu. Ölümden değil, ama sonrasından korkuyordu. Gençliğin de yatan berbat günahlardan kaynaklanmıyordu bu korku. Zaten evsiz kalmadan önce de sessiz sedasız ve zararsız biriydi. Kimseyle kavga edemez, hiç bir şeye karşı koyamazdı. "Pısırık" diyen karısını duydu bir kere daha. Her fırsatta onu aşağılayan, saldırgan karısının sesini duydu. Annesinin bulduğu ilk kızla evlenmişti. Evlenene kadar annesi, evlendikten sonra karısı yön vermeye çalışmıştı hayatına. İki kadında tatmin denen şeyin, kanaat denen kavramın farkında olmayan kadınlardı. Etraflarına baktıklarında güzellikleri değil, pislikleri gören gözleri olan kadınlar.
Kendisinden istenileni elinden geldiğince yaptı. Çalıştı, çabaladı, üç tane evladını büyüttü ekmeğini taştan çıkararak. Karısı öldükten bir kaç hafta sonra, kendisini evinden şutlayan üç evlat. Gene de ne beddua okudu onlara, ne bahtına isyan etti. İsyan ona o kadar uzaktı ki. Tek yapabildiği kabullenmek oldu. Her şeyi kabul etti. Bir kere bile ben ne istiyorum diye sormadı kendine. Sonunda kendini sefil olmuş evsiz biri olarak buldu.
Ölümden değil ama, sonrasından korkuyor. Sonrasında bir ödül beklediği yok. Sadece, daha da kötü olmasından korkuyor. Bu yüzden sevap olanları yapmaya çalışmıyor, günah olanlardan kaçınıyor. Dayak yemekten, yanmaktan, horlanmaktan, eziyet görmekten korkuyor. Yoksa ne huriler de gözü var, ne de şerbet akan derelerde. Onun için en büyük ödül, sadece hiç olmak. Zaten yalnızlığa o kadar alıştı ki, huriler ancak baş ağrısı verir ona.
Yaşlı adam bunları düşünürken saçmalama efendisi nutuk atmaya devam etti, bir kaç kere aynı kelimeleri baştan söyledi. Arkadaşları gülmeye devam ettiler. Varsın gülsünler, o zaferinden emindi. Gene de eksik bir şey vardı. Olmaz mı? Zaferi anlamlı kılan, zaferini kabul eden düşman değil midir? Eğer alkış tutacak seyirci yoksa, rövaşata gol atmanın ne anlamı vardır ki?
Diğer ikisinden pek umudu olmadığı için, yaşlı adam yöneldi saçmalama lordu. "Haksız mıyım dayı? Haksız mıyım?" diye saldırır gibi soru soruyordu.
Ortam kontrolünden sorumlu olan "ilişme la adama" diyor. Abartmayı seven genç ise gene abartıyor, "dayı on numero adam yaaa" diyor bir yandan da dayının omzuna vurarak "koçum benim demeye getiriyor" Her zaman olduğu gibi, bunu da abartıyor ve koca avucuyla yaşlı adamın omzunu çökertiyor.
Hiç biri yanlarına gelmiş olan semt efsanesinin farkında değildi. "Boşları alabilir miyim gençler" diyene kadar da farkına varan olmuyor. Ortam kontrol panelinin kırmızı tuşu olan genç, yaşlı adamı işaret ederek " dayı alacak boşları" diyor. Semt efsanesi yarısının da kendisine verilmesini talep ediyor. Israrcı pezevenk işte. Bizim yaşlı adam pek içten olmasa da , razı oluyor gene. Abartmayı seven arkadaş ise semt efsanesine kıl oluyor, "sana ne lan, sikik" diyerek abartmadan kıl bile olamayacağını Mars'tan teleskop ile izleyen bir Marslı'ya bile ispatlıyor. Semt efsanesi, semt delikanlısına dönüşüyor "doğru konuş lan" diye karşılık veriyor. Ortam kontrolünün sorumluluk istediği anda, görevini yerine getiriyor. Semt efsanesinin koluna girip kavga çıkmadan ortamdan uzaklaştırıyor. Semt efsanesi söylene söylene ama kendi rızasıyla, ortam sorumlusu ile birlikte sıcak bölgeden uzaklaşıyor. Bu sırada saçmalamadan sorumlu genel müdür "çok saçma amına koyayım" diyor. Ne de olsa bir fikir adamı o, tüm fiziksel gösteriler saçma geliyor ona. Elindeki biraya fon dip yapıyor.
O fon dip yaparken, sinirli hali de abartılı olan genç yaşlı adama sarıyor. "Haksız mıyım dayı, istediğime veririm şişemi diyor. Kim ki bu yavşak?" diye soruyor. Yaşlı adama bu semt efsanesini tanıyıp tanımadığını soruyor. Yaşlı adamın aklına bir yıl önceki gece geliyor. Köpeğin yarasını temizledikten sonra, barınağına dönerken köpek peşinden gelmişti. Barınakta bir kaba su doldurdu yaşlı adam, köpek kana kana su içti. Kendi köşesindeki battaniyenin üzerine kıvrıldı, susuzluğunu gideren köpek de hemen onun yanına. Sabah, başka bir evsizin homurtuları ile uyandı. Diğer adam "ne getirdin lan bu leşi buraya?" diye sordu. Köpek ölmüştü.
Abartmaya meyli olan bu gence gaz verebilir yaşlı adam. Ona semt efsanesi hakkında sinir bozucu yalanlar söyleyebilir. Sokak köpeklerine tecavüz ettiğini söyleyebilir. Köpek öldürmesini kimse umursamaz da, köpeğe tecavüz etmesini tiksindirici bulacak olan bu sinirli genç, tepkiyi abartıp semt efsanesini dövebilir. Öldürmese bile, zarar verir. ""Bilmiyorum" diyor yaşlı adam. İntikam treni o binmeden kalkıp gidiyor. Abartılı genç semt efsanesi hakkında söylenirken, yaşlı adam artık onu duymuyor bile.
Ne yapması gerektiğini her zaman biliyordu. Az önce olduğu gibi, her şey apaçıktı. Sadece biraz cesur olsaydım diye düşünüyor, sadece bir parça cesaret. Annesi, abisi, kız kardeşi, karısı, oğlu, kızı, iş arkadaşları... Hayatına giren herkes, onun ne kadar edilgen olduğunu kısa sürede anlamıştı. Hep kendi çıkarları için kullanacakları bir araç olarak gördüler onu. Tezgahın altında kala kala öğrendi tezgahı ama, onlar gibi olamadı. Farkında değil ama, ihtiyacı olan şey cesaret değil. Hatta salaklık derecesinde cesur biri o. Göre bile sokaklara düşmek cesaret ister, büyük bir cesaret. Tek ihtiyacı, birazcık zulmetmeyi göze almaktı. Ama ne az önce, ne de çok daha önceleri hiç göze alamadı. Kendine kaldıkça doğru yolda yürüdü, tüm hatalarını göre bile, başkaları istiyor diye yaptı. Başkasına zulmetmemek için, kendine ihanet etti.
Semt efsanesine parkın dışına kadar eşlik eden ortam şampiyonu geri döndüğünde, saçmalama sultanı birasından son yudumunu alıyor. Yaşlı adam kendisine uzatılan boş şişeyi alıp, siyah poşetin içindeki diğerlerinin yanına koyuyor. Söylenmeyi de abartan genç, biraz da kontrol sorumlusuna söyleniyor, sonra o da birasını bitiriyor. Kontrol sorumlusu genç şişenin dibinde kalan ılımış birasını bir ağacın dibine döküyor, boş şişeyi yaşlı adama uzatıyor. Hepsi hayırlı geceler dileyip adamın yanından ayrılıyorlar. Giderken, hala söyleniyor, abartmayı çok çok seven genç.
Yaşı adam bira şişelerini toplayıp parkın kuytu bir köşesine çekiliyor. Bu saatte açık tekel kalmadığı için, şişeleri paraya çevirme işini sabah halledecek. Kuytuda bir duvara yaslanıp gözlerini kapatıyor, kış için nasıl bir çözüm bulacağını düşünüyor. Belki de belediyenin açtığı şu yaşlılar barınağına, her gün hır gür çıkaran yaşlıların yanına giderim diyor. Acize tekme atmayı bir insanlık görevi sayan bakıcı ve hemşireler de cabası tabii ki. Hayır, soğuktan donarak ölmek daha makul gibi görünüyor. Tam o sırada, yanına bir köpek geliyor, sevsin diye kafasını yaşlı adama uzatıyor. Yaşlı adam köpeğin kafasını okşarken, köpek adamın yanına yerleşiyor. O kadar yakın duruyor ki, adam köpeğin sıcaklığını hissedebiliyor. Belki diyor, bu sıcaklık beni kışın soğuğundan korur. Yaşlı adam bu fantastik fikrine kıkırdaya kıkırdaya uykuya dalıyor.
Yaşlı adam bilmiyor ama, Avustralya yerlileri evcil köpeklerini battaniye olarak kullanırlar. "Beş köpek gecesi" diye çok soğuk geceleri anlatan bir deyimleri bile vardır.
Yaşlı adam bilmiyor ama, insanların evcilleştirdikleri ilk hayvan köpek olmuştur. Etinden, sütünden, kuvvetinden yararlanacağı iri memelileri değil de, ilk köpeği evcilleştirmiştir insan. Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi'nin aksine, önce karnını doyuracağı danayı değil, dostu olacağı köpeği evcilleştirmiştir.
Kafasının sol tarafında müthiş bir acı hissediyor. Sonrasında an her şey duruyor, sonra tüm dünya sağa doğru yıkılmaya başlıyor. Sonra yanındaki köpeğin hırlama ve havlama sesleri, birbirine çarpıp şıngırdayan şişeler. Zorlaya zorlaya göz kapaklarını biraz aralıyor. Semt efsanesinin kanlı bir şişeyi köpeğe savurduğunu görüyor. Tüm gücü ile doğrulmaya çalışsa da, sadece sol kolunu uzatabiliyor. Bu adamı öldürmeliyim diye düşünüyor. Bir köpeği daha katletmesine izin veremem diye düşünüyor. Ölenin kendisi olduğunun farkına bile varamıyor. Köpeğin canla başla kendisini koruduğunu fark etmiyor. Son gördüğü şey, semt efsanesine doğru koşan bir kaç yeni köpek oluyor.
Sonrası, sonrası hiçlik.