Birkaç yıla kadar bir arkadaşım geceleri olur olmadık arar, saçma sapan tarih ya da genel kültür soruları sorardı. Bu dahiyane fikrin temelinde tabii ki alkol ve arkadaşlar arasındaki anlamsız bir "o oyla dağil pikere" tartışması olurdu. Elimden geldiğince cevap verirdim ben de, sorun değil. Asıl mesele soru cevap kısmından sonra bana söylediklerinden kaynaklanıyor. "Kanka sen çok okuyorsun, bilirsin diye aradım."
Yanındaki arkadaşlarına benim bilir kişi olduğumu ispatlamaya çalışmıyor. Samimiyetle benim çok okuduğuma, bu yüzden bilgili olduğuma, bir bakıma alim olduğuma inanıyor. Şimdi bahsettiğim bu arkadaşım mevsimlik arkadaşlardan biri. Size aklımda kaldığı kadarıyla, beni okurken görmüş olabileceği kitapların isimleri ve konularını kısaca veriyorum size.
Kokoloji, Japon bir yazar insanın bilinç altında yatanları, aslında nasıl biri olduğunu çeşit çeşit akıl oyunlarıyla ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bahçeden çilek çalmakla alakalı sorular aslında sizin aldatmaya ne kadar meyilli oluşunuzla alakalı çıkıyor.
Seni Sevdiğimi Kimseye Söyleme Çünkü Ben Herkese Söyledim, Gani Müjdenin doksanlı yılların sonunda sanırsam Milliyet'te yazdığı köşe yazılarını topladığı bir kitaptı. Bol politik göndermeli, bol eğlenceli bir kitap. Bu kitabı birkaç kere okudum, her seferinde de eğlendim.
Yatmadan Önce Yüz Fırça Darbesi, hatırlayan liseli değildir. Melisa P.'nin biz ergenlere armağanıydı. Aslında sadece iki üç seks sahnesi içeriyordu galiba ama o dönemde bize oldukça iç gıcıklayıcı geldiğini kimse inkar edemez. Lise sıralarının altı, sayfaları birbirine yapışmış, Yüz Fırça Darbeleri ile doluydu o zamanlar.
Yüreğim Seni Sevdi, Canan Tan denen bir hatunun sadece ilk birkaç sayfasını okumaya tahammül edebildiğim bir kitabı. Aslında arkadaşımın bunu görmediğine eminim ama hazır konu yaklaşmışken ne kadar boktan olduğundan bahsedeyim dedim.
Çanakkale Mahşeri, adından emin olmasam da savaşı ve dramını üç Mekteb-i Sultani talebesi üzerinden anlatan muhteşem bir eser.
Petrol Fırtınası, yine yazarını unuttuğum bir eser... 20. yy'ın büyük savaşlarının aslında Royal Duck - Shell ve Standar Oil firmalarının arasında yaşananlar olduğunu anlatan komplo teorisi kitabı. Okurken baya ilgimi çekmişti ama inanın neyi neye bağlıyordu, ne tür kanıtlar kanıtlar sunuyordu hiç hatırlamıyorum. Lise yıllarımdı galiba okuduğumda. Yani Rakafelır ailesini internete düşmeden önce tanımanın onuru bana ait sevgili neslim.
Kocan Kadar Konuş - Diriliş, bunu bilirsiniz, filmini falan yaptılar, tüm kezbanlar kendilerinden bir şeyler buldu. Sana bana kağıt israfı, birilerine ev araba parası kitaplardan.
Genel çerçeveyi çizdim herhalde. Mevsimlik arkadaş derken yazlıktan demek istiyordum. Yani insan yazlıkta neden hafif siklet dışına çıkar ki? Elbet vardır okumaya uygun yazlık ortamı olan. Bizimki hiç öyle olmadı be arkadaşım. Bir gurup erkek öğlen kalkar ve sabaha karşı uyuyana kadar yapacak erkekçe/çocukça işler mutlaka bulurlar.
He bir kere sahil de okumaya çalıştım, ağır siklet... Dosto'muzun Karamazov Kardeşler'i kafamı yukarıdan yakan güneşle, aşağıdan kavuran kumlar arasında beynimi eritti. Daha sonra kitabı tekrar elime alabilmem için dört beş ay, belki daha fazla zaman geçmesi gerekti. Toplamda bir yıla yayarak okudum galiba kitabı.
Yazlıktan çıkmadan araya bir anımı sıkıştırayım bari. Uçurtma Avcısı'nı da orada okudum. Kitap bir arkadaşımın ablasınındı. Olay da bu arkadaşın evinde geçiyor zaten. Ben aralarda okuya okuya baya ilerledim, sardı da namussuz, okutuyor kendini. Okumuş olan bilir, sonlara doğru benim diyen Yeşilçam Filmi'nden acıklı bir hal alıyor. Dramın zirve yaptığı noktalardan birini okurken, arkadaşın evin salonda ter kokusu ten kokusu haline gelmiş üç erkek divanlara uzanmıştık. Ben tutama kendini, sal göz yaşlarını... Öyle böyle değil, anıra anıra ağladım adamların karşısında. Ne olduğuna da anlam veremedi tabii hayvanlar. Bakın, orada ağlamak yerine ikisinden birine tekme tokat saldırsam daha az şaşırır ve daha anlamlı bulurlardı. Öyle bir ortamdan bahsediyorum. Neyse bu da böyle bir anım.
Biraz uzun oldu ama girişi tamamladık.
Derdim bazı insanların okuma eylemine gereğinden fazla anlam yüklemesi. Elinde kitap gördüğü her insanı alim zannetmesi ya da daha beteri, üç beş kitap okuyanın kendini alim zannetmesi. Diğerine anında cahil demesi.
Kendi adıma, ben alim falan değilim. Eh biraz bilgili olduğum konular var. Eyvallah ama sorsanız, edindiğim bilginin yarısını bile kitaplardan değildir. Benim hafızam saçma sapan şeyleri kaydediyor. Aklımda konular arasında bağlantı kurabiliyor. Bu, bu kadar. Tabii kaynak olarak kitaplar önemli ama tek kaynak da kitap olamaz. Nasıl ki bilgide tekel olmazsa, bilgi edinmede de tekel yöntem olmaz.
Reklamlar bitti.
Üç beş kitap okuduğu için kendini göklere çıkaran o kadar fazla insan var ki. Şu kısacık ömründe hangi kitapları okudun da her şey hakkında her şeyi öğrendim kafasını yaşıyorsun? Ya liseden bir eleman vardı. Üniye geçtiğimizde bir halı saha maçında karşılaştık. Ben bilmiyordum, siyasi olmuş bu. Tabii o koşuşturmacada üniversite falan da kazanamamış, boşta. Neyse benim tarih okuduğumu öğrenince üç cümle muhabbet etmeden "tarih okuyormuş, ben senden iyi biliyorum tarihi, okuyacaksanız adam gibi okuyun resmi tarihi tekrarlamayın" zırvasına başladı. Evet, bu elaman okur tiplerdendi de, benimle bir muhabbeti yoktu.Yani sidik yarışını kendi kafasında tamamlayıp kazanırken, kafasındaki imajımın benimle alakası yoktu. Bakın böyle bir saçmalığı yapan boş teneke dediğimiz tip değil. Cidden okumuş etmiş adam. Elinden kitap düşmez. Okur okur da ne okuyor ki? Kendi siyasi görüşüne yakın ne varsa onu. Tek yönlü beslenme gibi. Atıyorum en besleyici besin roka olsun, ömür boyu roka yersek sağlıklı bir vücut olur mu? Yediğin rokalar dünyanın en besleyici rokaları olsa da, nafile, vücut iflas eder. Tek tür okuma da düşünceye aynısını yapar. Anlattığım olayın üzerinden on yıl geçti, bu arkadaş ya yolundan dönmüştür ya da ideolojisine asker olmuştur.
Okurun başka bir türü daha varmış, bunu yeni keşfettim. Zaten biraz da bu keşif yüzünden yazıyorum bu yazıyı. Kitaplıksevici okur dedim ben. Bu arkadaşlarla Facebook gurubunda tanıştım. Bunlar gösteriş için okuyanlar. Ne bulsalar okurlar yeter ki sürükleyici olsun. Yukarıdaki tip gibi kendisine ve çevresine zarar vermez ama o hava atma çabasında o kadar acınası bir hal var ki, ay kıyamam ben ona yaa... Pek naif bir tür bu. Yüzüne desek ki gösteriş yapıyorsun, hemen ağlamaya başlar. Kadını da erkeği de böyle bunların. Tabii ki aralarında biraz daha şahin olanlar var. Kahrolsun okumayanlar, okumak dünyayı kurtaracak falan gibi slogan atarlar. Bilmiyorlar ki dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirenlerin tamamı okumuş etmiş insanlar. Hatta fazlaca okumuş etmiş. Anlatamazsın ama benim kitaplıksevicime. Okumak bir ışıktır kalplere falan der.
Bakmayın böyle maneviyat insanı gibi bahsettiğime. Yeri geldiğinden maddiyatçının kralıdır. Hele ki kitaplığı konusunda çok hassastır. Paylaşamaz kitaplarını. Çocuklarım onlar benim falan der. Aslında kitaplıktan eksilen bir kitap onun okuduğu kitap adetini bir eksik gösterecektir. Sorun budur ama tabii ki kabullenmez. E-kitap falan korkulu rüyasıdır. Korsana karşı olduğundan değil, onu sergilemesi zor olduğundan. Gerçi ekran görüntüsü alıp okuduğu e-kitapları gösterinini de gördüm ama neyse...
Bir de bu tip senin benim gibi divanda göt devirip okumaz. Mutlaka manzaraya karşı okur. Okuduğunu anlamakta katalizör çünkü o manzara. Kitap sek giden bir nesne de değildir, mümkünse kahveyle okunur. Yoksa çay da makbul ama kola falan zinhar olmaz. En kötü ihtimal meyve suyu, o da sık olmaması kaydıyla. Tabii fotoğraflarda görünene göre konuşuyorum ben.
Fotoğraf demişken, altı çizilmiş cümle atmadan olmaz. O cümle de aşkı tanımlamalı, hasreti, kavuşamamayı, hayal kırıklığını... Arada sırada siyasi ya dini bir söz de gelebilir. Mevlana bu alanda reytingi yüksek bir abimiz. Bunu ben de yapmıştım, inkar etmenin anlamı yok. Yazılmış en iyi kitap olan Yüzüklerin Efendisi'nden Gandalf'ın ölüm cezasıyla ilgili o muhteşem düşüncesini. O cümleye kadar idam cezasını hak bulurdum ben, hayatımdaki yeri bu yüzden büyüktür. Reklam bitt...
Yaşlısı da genci de bol bu türün. Çoluk çocuk sahibi olanlarının en fazla istediği şey çocuklarına da kitap sevgisi aşılatmak... Hani oğlunu kızını zorla kuran kursuna yollayanlar var ya, hah işte onların değişik bir versiyonu bunlar. Atadan toruna nesil olmak istiyorlar. Dedim genci de var, çocuk olanı da var. On üç yaşındayım bana ne okumamı önerirsiniz ya da bu benim yaşıma uygun mu diye soruyorlar. Şimdi gizli tehlike durumu var burada. Sanıyorsunuz ki kitaplarla ilgili. Yok anacım, kitap okuyor görünmekle ilgili bu çocuklar. Yoksa neden sorsun benim yaşıma uygun mu? Sorduğu kitap da atıyorum Jack London'ın Beyaz Diş'i. Aç oku, baktın anlamıyorsun uygun değildir. Yok ama öyle yaparsa okuyan genç imajını yakalayamaz çakal ergenim. Naif kitap sever de anlatıyor, şöyle uygun böyle uygun değil. Ya siktir git bilgisayar oyunu oyna, olmadı sokakta top oyna. Tolstoy sen okuyorum havası at diye yazmadı evladım o kitabı. Her yaşın da kendine göre bir şeyi var. Eksiltme hayatı.
Ha yeri gelmişken, maruz kaldığım, kaldığımız bir istismarı da buradan dile getireyim. Suç ve Ceza. Yok, kitaba bok atacak kadar sıyırmadım kafayı. Muhteşem bir eser, beş yılda bir tekrar okunmalı. Okunmalı ama ilk okuma için lise çağı biraz erken değil mi? Lisede bu kitap zorla okutulanlar parmak kaldırsın. (İşaret parmağını, orta değil) Arkadaş, on beş yaşındayım lan, ne anlarım ben o kitaptan? Vicdanımı sızlatacak hangi suçu işledim veya işleyeyazdım da Raski'nin kafasını yakalayayım? Ben neden sıradan bir katille ordu komutanı arasında ne fark diye kafa yorayım? On beş lan bu kafa. Zaten yarısı da bel altına inmiş sıra altındaki fırça darbesi kitabının hayalini kuruyor. Neyse klasiklerin çoğuna on sekiz yaş sınırı falan gelmeli. Zorla okutan hocalar hakkında yasal işlem yapılmalı. (Hocam okuyorsanız yanlış anlamayın, sizi hala saygıyla anarım. Okuttuğunuz diğer kitaplardan da gayet memnunum ama yetişkin halimle kitabı bir daha okuduğumda ilk okuyuşumun sadece zaman kaybı olduğunu keşfettim. Tekrardan saygılar.[İnşallah okumaz yaa])
Ve tabii ne kadar naif ve şeker olsalar da okumayana duydukları tiksinti fabrika ayarlarında var. Anne babasının okuma yazması yok belki ama onlar hariç tabii. Böcek ezer gibi ezmek isterler onları. Bu istekleri çakma aydın tayfadan kapılan bir hastalıktır. Onlar başka yazının konusu olurlar. Hadi böcek gibi ezmek istemeseler de, okumayan o insanlarla aynı havayı bile solumak istemezler. Benim canım kitaplıksevicim farkında değil ki bu ülkede kitap okumak cidden lüks. Çoğu ülkede lüks. Haftada altı gün, on iki saat mesaiyle çalışan insanların ülkesi burası. Senin ayrıcalıklı kıçın koltuk görebilir ama çoğunluk otobüste bile ayakta. Bunları yüzüne vur, sana metrobüste sıkışık ortamda kitap okuyan kızın fotoğrafını gösterir. Yedirir kafayı.
Böyle olmayın. Kitaplar bilgi edinme araçlarıdır. Olmadı güzel vakit geçirme ve eğlenme araçları. Amaç asla değildir. Hava atma aracı olunca da çirkin duruyorlar. Ve anlamsızca da yüceltmeyin. Kutsal olanları çok sınırlı sayıda. Yeni kutsallara da ihtiyaç yok, hali hazırda fazlalık var. Açın bir belgesel, film falan izleyin, oradan da alabileceğiniz çok şey var. Hatta sokaktaki kediyi izleyip bir şeyler öğrenmek mümkün. Ben sokakta izlediği kediden yola çıkıp hikaye yazdım daha ne olsun!
Hadi hadi vazgeçtim, havasını da atın. Hatta ortamlarda sivrilin falan. Hepsi kabulüm ama ne olur sırf üç beş kelam okudum diye insan-ı kamil oldum sanmayın. Okumakla oluyor o. Deyişte ki gibi, aramakla bulunmaz ama bulanlar sadece arayanlardır. Anladın sen onu. (Okumakla olmaz ama olduran sadece okuyanlardır. Güvenemedim anlayacağına, dini uhrevi bir şeyden bahsediyorum sanacaksın diye endişe ettim. İnsan-ı kamil falan da dedik ya, kesin tasavvufa bağladım sonunda sana çıkar. Neyse okuduysan çık kasmasın.)