Malum sosyal ağ daha yeni yeni popüler olurken hakkında en çok söylenen cümleyi hatırlıyor musun?
Yıllar sonra ilk okul arkadaşlarımı buldum.
Hepiniz buldunuz o arkadaşları, gruplar kurdunuz, etkinlikler planladınız. Yıllar sonra buluştunuz, yıllar öncesini konuştunuz. Hatırlanan herkes oradaydı. Hatırlanan her anı anlatıldı. Hemen hemen her anı. Kimse İsmail'i hatırlamadı.
İsmail Şişman.
Soy adına tezat olarak, incecikti. Soy adı uzun olsaydı, gene değişen bir şey olmayacaktı. En kısa ikinci öğrenci bile İsmail'den bir kafa kadar uzundu. Okula başladığında "seneye de giyer" denilerek alınan önlük, beşinci sınıfa geçtiğinde ancak üzerine tam oturuyordu. İsmail Şişman'ı hatırlıyor musunuz?
Burak?
O maçı hatırlıyor musun? Hayır hayır, kağıtlardan yaptığınız toplar ya da gazoz şişesi kapakları ile her ders arası, sınıfta oynadığınız maçlardan biri değil. Beden eğitimi dersinde, gerçek bir top ile bahçede oynadığınız bir maç. İsmail'in sizinle birlikte oynadığı ilk ve son maçtı.
Dördüncü sınıfın son günleriydi. Çoğu öğrenci çoktan tatile girmiş, devamsızlık haklarını kullanıyorlardı. Adam eksik olduğu için mecburen İsmail'den oynamasını istemiştiniz. Takımları sen kurmuştun. Zayıf diye karşıya vermiştin onu. O ise sana cevap verir gibi iki gol atmıştı. O sevindikçe nasıl kinlendiğini hatırlıyor musun? İntikam alır gibi yaptığın sert müdahaleyi? Ayakları yerden kesilmiş, dizlerinin üzerine düşmüştü. Attığı çığlığı da mı hatırlamıyorsun? Nasıl ağladığını?
Ağlamasını hatırladın değil mi? Bebek diye dalga geçmeye başlamıştın. Birazcık canı acıdı diye ağlıyordu. "Futbol erkek oyunu erkek" demiştin. Üstü başı toz içinde kalmış, pantolonunun diz kısmı yırtılmıştı. İki dizi birden kanıyordu. Sessizce üzerini temizlerken, annem çok üzülecek diye düşünüyordu. Birazda buna ağlıyordu zaten. Eve gittiğinde senin ondan dilemediğin özrü o annesinden diledi. Göz yaşları bir kez daha ıslattı yüzünü. Annesi sıkı sıkı sarıldı İsmail'ine, o da ağladı.
Yeşim?
Okulun gider borularının patladığı o günü hatırlıyor musun? Beşinci sınıfın ilk günleriydi. Her taraf bok kokuyordu. Sıcak eylül günü kokuyu dayanılmaz kılmıştı. Okul yönetimi, önce tüm öğrencileri bahçede toplamıştı. Sonra da evlere çocuklarını almaları için velileri çağırmıştı. Annen en son gelen velilerden olduğu için okul bahçesinde son kalanlardan biri de sendin. Biri de İsmail. Havayı kokluyordu, hatırlıyor musun? Okula biraz daha yaklaşıp, biraz daha kokluyordu. Bok kokusunu içine çekmek ister gibiydi. Nasıl iğrenmiştin ondan hatırladın değil mi?
O da kokudan iğreniyordu ama buna dayanmaya çalışıyordu. Ne kadar dayanırsa o kadar iyiydi. Ne kadar alışırsa o kadar iyiydi. Eğer bu kokuya dayanırsa, annesi onu öptüğünde iğrenmezdi belki. Çünkü son günlerde annesinin ağzı da çok kötü kokuyordu. Annesi onu öptüğünde İsmail'in midesi bulanıyordu. İğrendiği her halinden belli olunca, annesi onu öpmeyi bırakmıştı. İsmail, bok kokan o okula yürürken aklında annesini öpebilmek vardı. Eğer bu bok kokusuna dayanabilirse, annesinin ağzından gelen o çürük kokusuna hayli hayli dayanırdı.
Ece?
Sınıfın en çalışkan öğrencisiydin sen. Öğretmeniniz her soru sorduğunda parmağını havaya kaldıran ilk sen olurdun. Senin bile bilemediğin o soruyu İsmail cevaplamıştı. Hatırlıyor musun? Ne çalışkanlardan biriydi, ne de tembellerden. Derslerde hiç öne çıkmayan, ödevlerini tam yapan o çocuğu hatırlıyor musun? Dersin konusu hastalıklardı. Mikropları, bakterileri öğrenmiştiniz. Öğretmeniniz "mikropların neden olmadığı hastalık nedir" diye sormuştu. Hiç bir fikrin yoktu. Olamazdı da zaten. Sınıftaki diğer çalışkan öğrencilerden biri mutlaka cevabı bilecek diye üzülmüştün. Oysa cevabı bilen İsmail'di. Parmağını bile kaldırmadan, "kanser" diye mırıldanmıştı. Öğretmeniz en ön sıradan gelen mırıltıyı duyup, kim dedi onu diye sormuştu. İsmail o zaman kaldırmıştı parmağını havaya. Bu sefer mırıltı ile değil ama gene o kadar kısık bir ses ile "kanser" demişti. Aferini de almıştı. Senin ya da çalışkanlar grubundan başka birinin bilemediği bu soruyu İsmail'in nasıl bildiğini merak etmiştin ama hiç sormamıştın ona.
Annesinden biliyordu. Annesinin midesini yok eden, kadını her gün biraz daha güçten düşüren o hastalığı biliyordu. Nedeninin mikroplar olmadığını biliyordu. Tedavisinin çok zor olduğunu. Çaresinin dert kadar acı olduğunu. Radyoterapiyi, kemoterapiyi ve pahalı ilaçları. Kanser yüzünden annesinin halsizleştiğini, ağzının koktuğunu, saçlarının döküldüğünü... Kanserin annesini her gece ağlattığını biliyordu. Babasını banyoda gizli gizli ağlattığını da biliyordu. En güçlü insanları bile çaresiz bıraktığını biliyordu. Bir gün annesini elinden alacağını. Sen bunları bilmiyordun. O ise kanseri onkoloji uzmanından daha iyi biliyordu.
Murat?
Eğitsel kollar dağıtıldığı gün okula gelmemiştin de, seni kütüphanecilik koluna yazmışlardı. Sınıfın ufak kitaplığından her öğrenci bir kitap getirmek şartıyla yararlanabiliyordu. Çoğu öğrenci en fazla bir kitap alıp okumuştu. Sadece biri, neredeyse tüm kitapları almıştı. Sana iş çıkarıyor diye uyuz oluyordun ona. Kitap vermek istemiyordun. O öğrenciyi hatırlıyor musun? Neden bu kadar çok kitap aldığını da, sana neden bu kadar iş çıkardığını da merak ederdin.
İsmail beşinci sınıftayken sınıf kütüphanesinden bir sürü kitap aldı. Çünkü 98'in kışına girerken evlerindeki televizyon bozulmuştu. Babasının tek maaşı hem evi geçindirip, hem karısının ilaçlarını karşılamaya bile yetmiyordu. Yeni bir televizyonun hayalini bile kuramazlardı. Var olanı tamir ettirmeye bile paraları yoktu. Annesi yataktan çıkamaz olmuştu o günlerde. Tek başına tuvalete bile gidemiyordu. Konuşmaya bile mecali olmadığı oluyordu. Ama dinleyebiliyordu. İsmail okuldan dönünce, annesini o gün olan her şeyi en ince detayı ile anlatsa da, sonunda anlatacakları bitiyordu. Ayrıca bir şeyler anlatmak annesinin soru sormasına, soru sorması konuşmasına, konuşması da canının yanmasına neden oluyordu. Kitaplar o zaman geldi İsmail'in aklına. Eğer annesine kitap okursa, hem annesi soru sormak zorunda kalmaz, hem de yatağında yatarken sıkılmazdı. Bir kaç yıl önce annesi ona masal anlatırdı, şimdi ise o annesine kitap okuyordu. Kadın uyuya kalınca sessizce kitap okumaya devam ediyordu İsmail. Çoğu kitabı bir kere değil, bir kaç kere okumuştu bu yüzden.
Bunları hatırlıyor musunuz? Bir çok olay vardı böyle. Hepinizin hayatına ucundan da olsa dokunmuştu İsmail. Ahmet? Günlük harçlığını az bulur şikayet ederdin de, İsmail'in harçlığını duyunca şikayet etmeyi kesmiştin. Gülsüm? Yediğin cipsten bir tane isterken çok utanmıştı İsmail, sen de buna çok şaşırmıştın. Hakkı? İsmail senden bir kafa kısa diye en kısa diye ona cüce derdin. Bunları hatırlamıyor musunuz? İsmail'i hatırlamıyor musunuz?
Serap? Sınıfın altın örgülü kızı. En güzel kızı, sen de mi hatırlamıyorsun onu? O bal rengi örgülerinden birini yakalayıp çektiği, canını acıttığı günü de mi hatırlamıyorsun? O günün İsmail'in okuldaki son günü olduğunu da mı hatırlamıyorsun.
Aslında İsmail'in o ufacık kalbinin annesinden kalan parçası sana aitti. Annesi öldükten sonra yanına gidip "başın sağ olsun" demiştin. Ne yapacağını bilememişti. Beş yıldır ilk defa konuşmuştun onunla. Oysa o gizli gizli seni izlerdi. Uyumadan önce seninle arkadaş olduğunu hayal ederdi. O gün sen onla konuşunca, annesinin öldüğünü bile unutmuştu bir an. Bildiği tek cevabı verdi sana. "Dostlar sağ olsun" dedi. Geri döndün gittin. Hem çok kısa sürdü konuşmanız, hem de sonsuza kadar sürdü.
Eve gittiğinde annesinin yokluğunu bir daha hissetti. Aşık olmuştu, mutluydu ama anlatacak bir annesi yoktu artık. Dizi kanayınca onunla ağlayacak, öpebilmek için her şeye dayanabileceği, kitaplar okutarak uyutacağı... Yok işte. Artık bir sen vardın. Annesi yoktu, ev cehennemdi. Sen vardın, okul cennetti.
Doğum gününde sana aldıkları 48 renkli pastel boyaları hatırlıyor musun? Resim dersinde tüm sınıf etrafına toplanmıştı. Her isteyenle paylaşıyordun boyalarını. Senin boyaların senin arkadaşların. Yanında olmayan sadece oydu. Yanına gelmeye o kadar korkuyordu ki. Sen ışıktın. Işığa dokunabilir miydi? Dokunuyordu işte diğerleri. Onun elemanı olmadığı insanlar kümesi. İsmail'in cennetinin yasak meyvesini yiyenler.
Sen de ne kadar mutluydun. Hatırlıyor musun Serap? Tüm ilgi senin üzerindeydi. İsmail'in sana doğru geldiğini bile görmedin. Aşağıya doğru sertçe çekene kadar bal rengi örgülerinden birini yakaladığını bile fark etmedin. Tüm gücüyle asıldı İsmail. Canın ne kadar yanmıştı? Hatırlıyor musun?
Öğretmeniniz daha ne olduğunu anlamadan, sınıftan kaçıp gitmişti İsmail. Öğretmeniniz de onun ardından fırlamıştı. Ağlıyordun. Çok mu yanmıştı canın Serap? Az önce boyalarını kullanan arkadaşların hala yanındaydı. Burak sana ağlayan bebek demedi. En yakın arkadaşın Ece seni tuvalete, yüzünü yıkamaya götürmüştü.
O sırada öğretmeninizde İsmail'i yakalamıştı. Hemen bir tokat yapıştırmıştı yüzüne. Gerek yoktu aslında çünkü İsmail zaten ağlıyordu. Canı zaten yanıyordu. Aşkta erkek oyunu mu be Burak? Aşkta da ağlamak yasak mı? Öğretmeniniz ne olduğunu bile anlamıyordu. Çocuk, yani İsmail konuşmuyor, sadece sessizce ağlıyordu. Sınıfa gelip senden özür dilemesi istenince kaçmaya çalışıyordu. Çareyi babasını çağırmakta buldular. Müdürün odasında, hiç bir soruya cevap vermeden sessizce ağladı babası gelene kadar. Canı yanıyordu. Bir daha okula gelmedi.
Sonra ne oldu ben de bilmiyorum. Bildiğim şey altın bukleli Serap'ım, İsmail'in canı o gün senden daha çok yandı. İsmail'in pek çok şeye yanmıştı ama hiç biri buna benzemiyordu. Bilerek ya da bilmeyerek fark etmez, onun canını yakmıştın. Senin de canın yansın istedi. Onun ki gibi yanmayacak olsa da, senin de canın biraz yansın istedi. Çaresizce çekti saçını, bir an sonra pişman olmuştu bile.
Benim İsmail ile ilgili bildiklerim, hatırladıklarım bu kadar? Siz İsmail'inizi hatırlıyor musunuz?