Bir insan bir hatayı kaç kere yapar bilmem ama bizim kapının önündeki erik ağacı her yıl aynı hatayı yapıyor. Baharı bile beklemeden, şubatın sonlarında gördüğü ilk güneşli günlerde "ahan da bahar geldi lan, uyanayım ben artık" mı diyor ne yapıyor, hemen tomurcuklanıyor. Martın camdan baktırıp kazma kürek yaktırdığından bir haber sanki. Tamam sözleri bilmese de, DNA sahibi bir canlı bu. Tecrübe edine bilen tek canlı insan değil, DNA yaşamın hafızasıdır. Yani bu arkadaşın yalancı baharı bilmeme ihtimali yok.
Niye yapıyor bunu? Milyonlarca yıllık tecrübe taşıyor genlerinde. Eğer bu bir hata ise, yani yalancı bahara kanmak ağaç için zararlıysa, şimdiye kadar erik ağaçlarının soyu tükenmiş olmalıydı. Bir benliği, bizim gibi işleri karıştıran bilinci olmadığı için bu hatayı salaklığından yapma ihtimali de yok.
Her şey kötü giderken işler bir bakıma kolay oluyor. Direnç kazanıyorsun. Bir şekilde kalkanlar geliştiriyorsun. Her darbeyi daha kolay karşılar oluyorsun. Ekvatorda da insanlar yaşıyor, kutuplarda da insanlar yaşıyor. Olayımız bu lan bizim, her şeye alışıyoruz. Bir gün güneş açar diye umut ediyorsun. Sonra güneş açıyor, "oh" diyorsun. Kötü günler bitti, artık geceler kısalır, Bahar hayaller ile birlikte geliyor. Kalkanlarını indiriyorsun, savaş baltanı gömüyorsun. İşte tam o anda geliyor darbe. Belki beş on gün önceki kadar güçlü bir darbe değil, sadece zayıf bir artçı sarsıntı. Etkisi ise tüm diğerlerinin toplamından daha beter. Daha ölümcül. Zaten elinde pek bir şey kalmamış. İlk güneşli günde çiçeklerini açmaya başlayan erik ağacı misali hayallere açmışsın kalbini. O darbe doğrudan hayallerine denk geliyor. Mart ayında çiçeklerini erken açmış erik ağacına vuran soğuk kuzey rüzgarı gibi bir darbe. Ufak beyaz çiçekler gibi dağılıyor hayallerin. Meyvesini beklediğin hayallerin.
Kupa finalinde boş kaleye gol kaçırmak gibi. O kadar emindin ki o gölü atacağından. Bir kaç saniye için milyonların umudu, sevinç kaynağı olmuştun. Belki, o gün doğacak erkek çocuklara senin adın verilecekti. Olmadı ama, top ayağına oturmadı ya da ayağın kaydı. Sevinç yerine hüzün kaynağı oldun. Ne yaparsın, bunlar futbolda var. Hayatta da hayal kırıklıkları var. Nefes aldığın sürece umudun olmalı.
Erik ağacının bunlardan haberi var mı bilmem. Sonuçta bunları düşünmek için DNA yeterli değil, bilinç falan da lazım. Ama bazen erik ağacının bilinci olduğundan kıllanıyorum. Bazen dediysem o beyaz çiçekleri gördüğümde. Sanki zoru seviyor, bilerek erken açıyor. Zor şartlarda oluşturduğu meyvenin daha tatlı olduğunu düşünüyordur belki. Ya da öldürmeyen şey güçlendirir misali, daha güçlü olduğunu. Meyveler onun tohumu sonuçta. Güçlü tohumlar ile türünü devam ettirme derdindedir. Daha mantıklısı ise salak olması. Diğer erik ağaçları bunun gibi erken mi filizlenir, çiçek açar bilmiyorum. Tür de mi sorun var, yoksa bizim ağaç mı sorunlu acaba?
Olayı ne tam bilmiyorum, anlamıyorum ama o ağaca bakmak bana umut veriyor. İşler ne kadar kötü olursa olsun, günler berbat da geçse de, baharlar hep yalan olsa da, o ağaç hala ayaktaysa, bir umut var demektir.
(ulan şimdi ciddi ciddi hayat dersi falan vermeye çalışıyorum sanan olur, ilk iki paragraftan sonrası aslında geyik yapma tarzım. hani saçma sitkomlarda falan arada böyle hayat dersi vermeye çalışırlar ya, onunla kafa yaptım kendimce ama pek olmadı. çok mu ciddi oldum ne? neyse yaa, lan bak ben aslında komik adamım da, bu yazarken komik olma olayını beceremiyorum galiba. sürekli karamsar bir havam var sanki. ajandama not düşeyim de bu konuda çalışayım)
(ajandam olduğuna inanan bir salaksan, köprüden atlamak için hala geç değil. onu beceremeyeceksen bari kendini kısırlaştır. türün senin üzerinden devam etmesin)
(şimdi salak olduğunu az önceki telkinle fark edip çoluk çocuğunu da öldürüp soyunu ortadan kaldırmaya kalkan olmasın. belki çocuk zekidir. sonuçta forrest gump'ın bile çocuğu zeki)
(komik mi? gerçi en kral şaka bile ağaçtan börtü böcekten ibret vermeye çalışan bir yazı kadar komik olamaz ya, neyse)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder