15 Eylül 2018 Cumartesi

Balık Kuyruktan Kokar

Yolsuzluk oluyor, hırsızlık yakalanıyor, birileri bilmemnebanklarla keriz avlıyor... Kimse şaşırmıyor, bir avuç insan da bu tepkisizliğe isyan ediyor. Oysa birimiz diğerinden pek de farklı değil. Aslında olana bitene şaşırmayan, hem kendine, hem de topluma daha dürüst davranıyor. Çünkü hırsızlığın sınıfı, eğitim seviyesi, kültür aralığı falan yok bu ülkede. Belki dünyanın kalanında da durum böyledir. Bilemem. 

Aramız da, "yok canım, ben hayatımda kimsenin beş kuruşunu ceplemedim, hırsızlık falan yapmadım" diyebilen var mı? Hırsızlığının yanına yalancılık da katan var mı?

Hiç korsan kitap almadın mı? E-pub okumadın mı? Yabancıdiziseyreyle sitelerinde takılmadın mı? Torrent kullanmadın mı? Yerde bulduğun parayı ceplemedin mi? İmkanın olduysa, işe girmek için torpil yaptırmadın mı? İşvereninin maaşını olduğundan az göstermesine razı olup vergi kaçırır durumuna düşmedin mi? Fiş almazsak ne olur, diye sormadın mı? Şirketten karşılığını alacağın taksi fişini şişik yazdırmadın mı?

Uzar da uzar... Birini değil çoğunu yaptığına eminim. Kimsenin cebine elini sokmadın ya da sabaha karşı evine gizlice girmedin ama çaldın. Bakın bahsettiklerim sıraya kaynak yapmak, online oyunda şifre açmak, okeyde taş çalmak, ne bileyim, umut verip yarı yolda bırakmak gibi soyut hırsızlıklar değil. Hepsi para çalmanın dolaylı yolları.

Büyük ihtimalle hırsız olduğunu hiç düşünmemiştin. Hatta benim saçmaladığımı düşünüyorsun. Ne yani dizi izle netten bir dizi izleyerek hırsız mı olurmuş insan? Maalesef oluyor. Çünkü o siteler çıkmadan önce, televizyonda bedava yayınlanan bu diziler ek kazanç olarak vsr, dvd falan satabiliyorlardı. Canınızın istediği zaman canınızın istediği şeyi izleyebilmenizin bir bedeli olmalı değil mi? Bu bedel ya bir miktar paradır, ya da dünyayı daha kötü bir yer haline getirmektir.

Gelsin bir örnek de dünyanın daha kötü bir yer olmasına, hatta bir insanın ölmesine nasıl vesile olduğunu gör.

Yapımcı bir sinema filmine girişti. Beklentisi büyük. Ancak istediği karı alamadı. Çünkü sen o filmi sinemada değil, evinde, gişefilmleri.com üzerinden izledin. Yapımcı senin biletinin parasına güvenmişti. Unutma, sen bir kişi değilsin, şu havuzu sütle doldurma hikayesindeki gibi binlersin. Ertesi sabah süt yerine dupduru su bulan insanlardan.

Her neyse, yapımcı istediği karı sağlayamadı diye işi bırakacak değil. Ancak istediği karlılık oranına ulaşmak için bir yol bulmalı. Masrafları kısacak. Yönetmenden, yıldızdan, özel efektleri yapan kalifiye elemandan kısamaz. Ancak set işçilerinden kolaylıkla tasarruf sağlar. Üç kişinin işini bir kişiye yaptırır. Daha az ışıkçı, daha az bumcu, daha az getir götürcü, artık o setlerde en alt tabakada kimler varsa onlardan daha az olanı işe alır. Birileri işsiz kalır, depresyona girer intihar eder. Belki de üç kişilik iş yapan elemanın yorgunluktan canı çıkar, setten eve dönerken kaza geçirip ölür. (Bu oldu, Türkiye'de oldu.) Sen de ertesi gün habere isyan eder, iğrenç kapitalist yapımcının da ölmesini dilersin. Biri sana senin yüzünden oldu dese, siktir çekersin.

Aslında bu dizi siteleri, korsan kitap, torpil, yalandan fatura... Hepsi kanunlar önünde suç, ancak uygulamada kimsenin umurunda değil. Mecliste torpil istekleri elden ele bakana uzatılıyor, bütün basın, akşamına da bütün ülke bunu izliyor, hiçbir savcı da çıkıp "ne lan bu rezillik" demiyor. Ya yetkisi olmuyor, ya dokunulmazlığa takılıyor. Zaten milletin de pek umurunda olmuyor. Ülkede dönen dolaplara her gün tepki veren sizler/bizler, ilk fırsatta torpil için taklalar atmaya başlıyorsunuz/başlıyoruz. Ve kimse kendi kendine bile olsa yaptığından gocunmuyor. "Bu işler böyle" diyor. Sen kabul ettiğin için, bir parçası olduğun için bu işler böyle. Bu ülkeyi ölümü göze alan askerler, liderler kurdu, aç kalmayı göze alamayan halk çökertti. Yüzde ellisi sekseniyle değil, yüzde doksan dokuz nokta dokuzuyla.

Neyse ölçeği küçültelim. Birkaç yıl önce evimize hırsız girdi. Televizyon ve benim diz üstü bilgisayarı aldı götürdü. Polis gelip zabıt tutup gitmiş. Ben uğraştım, karşı binanın güvenlik kamerasından falan adamların görüntüleri buldum. Kabak gibi meydandaydı yüzleri. Polis sadece "bizim buranın hırsızı değil bunlar" demekle yetindi. Bize çay kahve ikram etti. Biraz da muhabbet döndü. O sırada, sağ olsun dayım bilgisayarımın içindeki film koleksiyonumdan söz etti. Depresyonda olduğum dönemde torrenti elektrik hattına atılan çengel gibi kullanmıştım. Bir hayli film vardı bilgisayarda. Tamamı yasa dışı yollarla edinilmiş. Polis "geçmiş olsun" dedi. Aynı anda bir hırsızı kameradan gördü, diğeri karşısındaydı, ikisini de yakalamak için kılını dahi kıpırdatmadı.

Kendimden örnek vermişken devam edeyim. Aslında itiraf etmek gerekirse sadece Holivud'a çengel atmadım. E-pub konusunda da suç defterim bir hayli kabarık. Ancak bunun nedeni salak olmayı reddetmemdir. En azından başlangıcı öyleydi.

Şimdi efendim, okuyanınız bilir, bazı kitaplar para tuzağıdır. Ancak vaadiyle ilgi çeker. Benim için bu kitap "marduk gelecek hepimizi silecek" temalı bir şeydi. Para vermeye elim gitmedi. Biliyordum ki içinde yazan şeyler beş para etmezdi. O yüzden, e-pub halinde bulup indirdim, okudum. Sonra aynı kategoriden sayılacak Harun Yahya(Adnan Oktar) kitaplarını okudum. Sonra hırsızlığın tadına varıp... Çok okudum o ara, yalan yok. Sigara ve alkolle birlikte en büyük tüketim kalemim bir anda sıfırlanınca hırsızlık benim için hayli keyif verici oldu. Nelere yol açtığını düşünmek de hiç işime gelmedi. Gerçi içimde bir yerlerde yaptığımın yanlış olduğunu biliyordum. Sevdiğim bir köşe yazarı, o günlerde yeni çıkan kitabına atıf yapıp duruyordu. Kitabı alacak param çok şükür vardı ancak halim yoktu. Kalk, git, al falan ne bileyim üşendim. Ayrıca heyecanlıydım da, bir an önce okumak istiyordum. Kitabı telefona indirdim, okumaya başladım. İçime sinmedi. Yazara elektronik posta atıp, "böyleyken böyle, baya emek harcayıp yazmışsın kitabı ama ben bedeveye okuyorum. Hakkını helal et. Etmezsen söyle, gidip alayım." Yazarda bana beklediğim cevabı gönderdi, "siz okuyun diye yazıyorum,  canın sağ olsun."

Aslında kitabı yine de almam lazımdı, hala da almadım, alayım bir ara. Çünkü bu işten tek ekmek yiyen yazar değil. Yayın evinin de hayatta kalması lazım. Sadece yazardan değil, onlardan da çalmış oldum. Bunu fark etmem baya bir zaman sonra oldu. Kulağıma övgüsü gelen bir fantastik kurgu kitabını okumak istedim. Tabii ki hemen e-pub halinde buldum. İndirdim de. Tam açıp okuyacağım, bana bir aydınlanma geldi. Ne hayırlı kitapsa, daha okumadan faydasını gördüm. Dedim ki, ben bu kitabı bedelsiz okursam, yayın evi serinin devamını yayımlamayabilir. Öyle ya, satılmayan eseri neden çevirtsin, neden yayımlasın? Bitmeyen serinin acısını bilirim. Yıllardır Kış Rüzgarları'nın yazılmasını bekliyorum. Ödüm kopuyor şişko yazar ölecek diye. Yani ben kitabı bedelsiz okursam, devamından mahrum kalabilirim. İyi işler yaşatılmalı.

Belki doğrudan alakası yoktur ama mp3 teknolojisi geliştiğinden beri güzel şarkıların çıkmadığını düşünüyorum. Dinlediğim şarkıların büyük çoğunluğu on beş yıldan eski. Kalitenin düşmesinden beleşçiliği sorumlu tutuyorum. South Park olayı hafife alıp, korsan müzik dinlemenin sadece zengin süper starların lüks yaşamında eksilmeye neden olduğunu iddia etmişti. Bence daha fazlası var. Albüm satışından bütün para sanatçıya gitmiyor. Bu işten ekmeğini yiyen bir sürü insan var. Kitap basımında olduğu gibi. Albüm satışları düştüğünde, yeni çıkacak şarkıların anlamı azalıyor. Bu insanlar para kazanamadığından, kaliteden ödün vermeye başlıyorlar. Kalifiye elemanlar farklı sektörlere yöneliyor. Yeni yıldızlar, hali hazırda kitlesi olanlardan çıkıyor. Ya da yatırım kitle yaratmaya yönelik yapılıyor. Youtube'da dinlenen şarkıcılar gibi.

Castin Biğbır bunun en sağlam örneği. Bu bacaksızın menajeri öncelikle şansını uluslar arası bir plak (müzik) şirketinde deniyor. Bacaksızın müzik kalitesiz bulunuyor. Menajeri de bağlantılarını kullanıp (ünlü birkaç tanıdık) Youtube'da çocuğu meşhur ediyor. On altı yaş altı ergenler çocuğa hayran oluyor ve balon şişiyor. Bir yıl geçmeden Castin ilk (ve son olabilir) halk konserini kendisini reddeden plak şirketinin önünde veriyor. Mesaj açık, artık para kazanma yöntemi bu diyor. Aynı menajer birkaç yıl sonra Gangnam Stayl'ı patlatıyor. Çok para kazandıran bir yöntem, diğerleri de bu yolu izliyor. Balon şiştikçe şişiyor. Bu balon diğerlerine benzemez, eski yola geri dönmeden, patlamaz. Devranın döneceği de yok. Artık müzik kitleleri etkilemiyor, kitleler müziğe karar veriyor. Demek istediğim, nicelik niteliği ezip geçiyor.

Gördünüz mü hırsızlıktan saymadığımız hırsızlıklar dünyayı nasıl daha berbat bir yer haline getiriyor. Yazılması gereken kitaplar yazılmıyor, saçma salak ergenler dünya starı oluyor, kocaman canavarlarla mücadeleyi anlatan saçma sapan filmler gişeye giriyor. Üç boyut teknolojisi bu filmleri, hatta tüm Holivut'u ayakta tutmaya çalışıyor. Elbette kötüye gidişte tek etken halkın hırsızlığı değil. Görmezden gelinemeyecek nedenlerden sadece biri bu.

Tek bir sigaranın kimseye zararı olmaz. Ancak tek sigara diye bir şey yoktur. Bu bir bağımlılıktır. Hep bir sonraki izler o sigarayı. Kuyruktan kokmak da böyle bir şey. Senin o ufacık hırsızlığın topluma zarar vermeyecek gibi durur ama o asla ufacık bir hırsızlık olarak kalmaz. Toplumun tamamına akciğer kanserinden hızlı yayılır. Sonunda çalan çırbanların en başarılısı baş olur. Tüm dünya da bunu izler.

Not: Bunu sadece hırsızlık için söylersem yarım kalır. Her türden olumsuz davranış hızla yayılır. Baştakinin kötücüllüğünü belirleyen, kuyruktaki kokuşmuşluktur. 

3 Eylül 2018 Pazartesi

Perişan Olmak Sadece Bir Adım Uzaklıkta

Bilmiyorum, bekli de hep böyle biriydim. Darbelere dayanıksız, zayıf yaratılışı ama narin olamayacak kadar da yontulmamış. Her kötü özelliğin bir iyi tarafı vardır. Yin yang misali... Galiba benim hariç olmayı başardığım bir durum.

Anlatsam dersiniz ki, dünyada yaşayan insanların çok çok fazlasından iyi durumdasın. Ben de kabul ederim. Evet, şikayetçi olamayacağım kadar imtiyazlı bir hayatım oldu. Olmakta. Gel gör ki şu anda içinde bulunduğum ruh halinde, bunun insan ömrü kadar bile değeri yok.

İyimser olabilmek bilgiyle ters orantılı çalışıyor. En kötü günümüz böyle olsun derken aslında hepimiz gelecek günlerle göre en iyi günümüzde olduğumuzu biliyoruz. Bu bana özel bir görü ya da karamsarlık değil. Şu an yaşadığım bu bilincin ötesinde bir sıkıntı. Kendimi o kadar uzun bir süre iyimserlik uyuşturucusuna maruz bıraktım ki, gerçekle yüzleşmek kaldıramayacağım bir darbe haline geldi. Kara delik gibi her şeyi içine çekiyor. Yaşama sevinci veren ne varsa, tersten işliyor.

O güzelim yeşil gözler bana bakıyor. En sinirli anında bile sevgisini gizleyemeden... Bir erkek, bir insan bundan fazlasını hak etmiş olamaz. Buna sahipken halinden şikayet etmek şımarıklıktan zilyon adım ötesi... Malesef değerini bilemiyorum. Daha doğrusu görüp bildiğimi, hissediyorum. Çünkü bilmek, yaşamak ayrı şey, hissetmek çok ayrı şey.

Başka bir gerçeği biliyorum. Karadelik olan umutsuzluğun geri kalan tüm gerçeklikleri bloke ettiği haliyle, her şifanın zehir olduğu gerçeği... Her sevginin gebe nefrete olduğu gerçeği... Kişisel deneyimlerimle, sevdiğim her şeyin beni en az bir kere perişan ettiği gerçeği...

Bildiğim kuyu bu, daha önce içindeydim. Şimdi hayali bırakmıyor peşimi. Morgul bıçağı yarası gibi, hatırası zihnimden uzakta değil. Her tökezleme, büyük düşüşün hatıralarını canlandırıyor. Belki de kendi kendimi o kuyuya hapsetmek istiyorum. Ne bileyim işte, canım acıdığında, gerçekten acıdığında, siperlerim düşüyor, çıplak kalıyorum. Tek gerçek, acının kendisi, tek bildiğim başarısızlığım.

Durun, benim şikayet etmeye hakkım yok. Standartların üstünde yaşadım, yaşıyorum. Geri kalan tüm isteklerim şımarıklığım, gelip geçici heveslerim. Ben bir hevesim, ötesi değilim. Yavaş yavaş sönmeli ve herkes gibi şükretmeliyim.

Güle güle ben, hoş geldin yarının mutluluğu.. Çok yakın değilsin ama yolum sana çıkacak işte.

Ötesi perişanlık...