12 Eylül 2017 Salı

Gerçeğin Biraz Ötesi

Oxford Sözlük 2016 yılının kelimesi olarak "post-truth"u seçmiş. Nedir post-truth? Nesnel gerçeklerin, insanların gerçeği algılama sürecinde duygu ve inancın gerisinde kalma durumu. Aslında doksanlı yılların başında ortaya atılan bu kavramın 2016'da popülerlik kazanmasının temeli Brexit ve Trump'ın başkan seçilmesine dayanıyor. Bu iki olayda kazanan tarafta bulunan siyasilerin ve destekçilerinin bariz yalanlarının seçimin kazanılmasında etkili olduğu, seçmenin algılarını bulandırarak nesnel gerçekleri göz ardı etmelerine neden oldukları yazılıyor. Facebook, Twiter, Google gibi internet devlerinin, paylaşım filtreleri nedeniyle, isteyerek ya da istemeyerek sonuca "olumsuz" etki ettikleri söyleniyor. Bla bla...
Boş verin seçimleri falan. Gerçeğin reddi, en büyük gerçekliğimizdir. 

Gerçeği reddetmek bir beceridir. Hatta kutsal bir lütuf bile sayabiliriz. İnsanlığın temel gerçeği, ki bunu içinde yaşadığımız doğadan miras almış bulunuyoruz, güçlünün  güçsüzü ham yapmasıdır. Daha bilindik ifadesiyle "büyük balık, küçük balığı yer."

Petrol gündelik hayatın en öncelikli enerji kaynağı olduğundan beri, petrol denizinde yüzen ülkelerin insanları ölüyor. Öncesinde kömüre sahip olanlar ölüyordu. Biraz öncesinde maden de işçi olabilecekler köle haline getirildi. Ondan da önce toprak işçiliğine köle ya da yarı köle edildiler. Ondan da önce başka bir şeyler işte...

Tüm bunlar, herkesin bildiği "nesnel gerçekler" değil mi? 

Peki yüz, hatta bin yıllardır onları inkar etmiyor muyuz? Kakao tarlasında çalışan ancak çikolatanın tadını bilemeyen çocukların olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bunu biliyoruz ama kılımız kıpırdamıyor. Yok sayıyoruz. Apple'ın çocuk işçi çalıştırdığını biliyoruz ama telefonundan çocuk haklarıyla ilgili Tweetler atacak kadar da riyakar insanlarız. Biraz değiştirerek söyleyeyim "medeniyet kahpelik, hakikat ise yüzsüzlük" ve bu yeni bir şey değil. 

Biz buyuz. Gerçekler işimize gelmediği için kılıflar, inançlar uyduruyoruz. Atalarımız kut olayının saçmalığını içten içe bilmiyorlar mıydı? Mısır'ın mimarları, piramitleri dikebiliyorlar ama bebekken altına ettiğini bildikleri firavuna tanrı diye tapıyorlar ve bunun gerçekliğine canı gönülden inanıyorlar, öyle mi? Hitler'e inanarak mı katliamlar yapıldı yoksa katliamlar istendiği için mi Hitler yaratıldı? 

Papalar, halifeler, krallar, sultanlar, emirler, generaller, önderler... Alayı katil değil mi? onları kahramanlaştıran bizim inançlarımız, duygularımız değil mi? Bir grubun tanrısal lideri, öbürünün şeytani iblisi değil mi? Bu hep böyle değil miydi? Hep böyle olmayacak mı?

Gerçekleri konuşmak isteyeceksek, doğu batı kuzey güney, her medeniyetin bir diğerinin kanı ve teri çimento yapılarak kurulduğunu, bunun sonunun olmadığını, böyle giderse acının dinmeyeceğini, farklı yolların aranması gerektiğini konuşalım. Susmak ve devam etmek de bir tercih tabii. 

Ne de olsa...

O çikolatayı yeyip, telefonu kullanmak, benzini yakmak, kıçını yumuşacık kağıda silmek istiyor insan. Bunların bedelini ödeyenleri kabullenmek salak vicdanına sığmadığı için de gerçeği görmezden gelmeyi ya da doğrudan inkar etmeyi seçiyor. Aslında insan medeniyeti kurduğundan beri gerçeğin çok ötesinde yaşıyor. Çok çok ötesinde, kendi gerçekliğinde. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder