15 Eylül 2017 Cuma

Gamgee

Sadece Yüzüklerin Efendisi üzerine bir blog açsam, şu ana kadar burada yazdıklarımdan çok daha fazlasını yazabilirdim. Öyle bir eser ki, beş kere okudum ve her seferinde daha önce hiç düşünmediğim şeyleri düşündürdü. Hayranlığımı iyi anlamanız için bir örnek vereyim, ilk defa "ben hikaye kitabı yazabilirim" dediğimde yazdığım iki hikayenin adını bu kitaptan almıştım. (Dört Gözle Beklenen Davet, Geçmişin Gölgesi)

Aslında bir süredir Frodo'nun Fırtına Tepesi'nde Morgul bıçağıyla aldığı yara ve bıçaklanma olayının her sene-i devriyesinde yaranın Frodo'yu hasta etmesiyle ilgili bir şeyler yazacaktım. Erteleye erteleye yazamadım. Kısmet bu geceye dedim, şimdi de karamsar bir şeyler yazmayı canım istemiyor. Başka zamana kalsın. Şimdi size çok dikkat çekmeyen ama fark edildikten sonra insanın içine temel elementi umut olan bir güneş doğuran ayrıntıyı yazacağım. (ne kadar da ben olmayan bir giriş oldu bu)

He kitabı okumayanlara bir uyarı, OKUYUN. 

Şimdi biliyorsunuz Ayrık Vadi'den dokuz kişi, yüzüğü yok etmek göreviyle ayrıldı. Sauron'un dokuz yüzük tayfına karşılık, dokuz kişi... Orta Dünya'nın karanlığın karşısında düşmemesi için umutlar bu dokuzluya bağlandı.

Gandalf. Kendisi arif, orta dünyaya ne zaman geldiği, yaşı başı, gücünün sınırı pek bilinmeyen birisidir. Her kralın masasında yeri hazır, her büyük olayda yeri garanti bir abimizdir. 

İnsanlardan, Aragorn ve Boromir. Bunlardan Aragorn, Numenor soyundan ve İsildur'unvarisi, var olan en büyük insan krallığının tahtının asıl sahibi. Diğeri de o tahtın Vekilharcının oğlu Boromir. İkisi de soylu. 

Elflerden Legolas, Kuyut Orman elflerinin kralı Thranduil'in oğlu Legolas. O da prens yani. 

Cücelerden Gloin oğlu Gimli var. Bu arkadaş herhangi bir tahta aday falan olmasa da, kendi ülkesinde oldukça soylu bir adamın oğlu. 

Ve hobitler. Orta Dünya'nın kimsenin umurunda olmayan kendi halindeki ahalisi. Cücelerden daha ufaklar. Büyük ahaliden ellerinden geldiğince uzak durur, Shire ve çevresinde, kedi ufak hayatlarını yaşarlar. O kadar ki, entler onların varlığından bile haberdar değillerdir. 

Bu ahaliden tam dört kişi var kardeşlikte. 

Aslında Pipin ve Marry aslında gruba Elrond'un iradesi dışında katılıyorlar. Elrond son iki kişi için kendi ahalisinden birilerini düşünürken, Gandalf "yanıma koca koca elf beyleri versen ne olur, Mordor kapılarında orduları dize getirecek değiller, kısmetin nereden geleceği belli olmaz, bu ikisinin gelesi var, bırak bunlar gelsin" mealinde bir konuşma yapar ve ikiliyi gruba dahil eder. Aslında yazdığım ayrıntının ipucu Gandal'ın bu mealdeki konuşmasıdır. 

gözde sanki hafif bir şaşılık mı var?
Şimdi bu dört hobitten, Frodo, Pipin ve Marry kendi ufak ahalileri için önemli soy adları taşıyorlar. Hepsi geniş ve zengin ailelerin çocukları. Sadece Samwise, bir gariban bahçıvanın oğludur. Yani önemsiz görülen hobitlerin arasında dahi önemsiz biridir. 

Gel gör ki, hikayenin gerçek kahramanıdır. 

Kardeşlik dağılırken Frodo'dan ayrılmamayı başaran odur. Issızda kaybolmuşken yükü yüzük olan Frodo'nun dayanağı o olur. Gollum'a karşı gözünü hep açık tutan Sam'dir. Faramir'e bile güvenmez. Shelop hanımı yaralayıp Frodo'yu örümcek maması olmaktan kurtarır. Ki o Shelop, Sauron'un iradesiyle bile içten içe dalga geçebilen bir yaratıktır. Frodo'nun öldüğünü sanınca yüzüğü alıp görevi tamamlamayı kafaya koyar ama kısa süre sonra arkadaşının ölmediğini anlayınca önce onu kurtarmaya koyulur. Ve ve ve... Frodoyu kurtardıktan sonra, yüzüğü takmış olmasına rağmen, çok az bir zorlanmayla Froda'ya geri verebilmiştir. Yüzüğün tarihin de bunun bir eşi benzeri daha yoktur. Bilbo buna en yakınıdır ancak onun bırakışında Gandalf tatlı sert ve birazda korkutucu çabalarının etkisi büyüktür. Son olarak, Sam Frodo'nun pili bittiğinde ondan yüzüğü almak yerine arkadaşını sırtında taşımıştır. 

Anlamayan için özet geçecek olursam, Orta Dünya'yı en önemsiz halkın, sıradan bir bireyi kurtarmıştır. 

Tolkien bunu bağıra bağıra değil, sessiz sedasız, fazla göze batmayacak şekilde yazmıştır. Olayların sonunda, adına şarkılar yazılan Frodo'yu esas kahraman olarak görülürken, okuyucu bilir ki, asıl kahraman Samwise Gamgee'dir. 

Ve bununla böbürlenmez. 

Sam'in başarısını getiren değerlerinden bahsetmeden bitirmeyeyim. Sevgi, sadakat, doğru bildiği yoldan bazen kalın kafalılık olsa da sapmama, zafer için doğru ve güzeli feda etmeme, moralini bozmama, umutsuzluğa kapılmama... Bence Tolkien bize anahtarı vermiş. 

En önemsiz olan halka da olsan, erdemlerinle dünyayı bile kurtarabilirsin. 

12 Eylül 2017 Salı

Gerçeğin Biraz Ötesi

Oxford Sözlük 2016 yılının kelimesi olarak "post-truth"u seçmiş. Nedir post-truth? Nesnel gerçeklerin, insanların gerçeği algılama sürecinde duygu ve inancın gerisinde kalma durumu. Aslında doksanlı yılların başında ortaya atılan bu kavramın 2016'da popülerlik kazanmasının temeli Brexit ve Trump'ın başkan seçilmesine dayanıyor. Bu iki olayda kazanan tarafta bulunan siyasilerin ve destekçilerinin bariz yalanlarının seçimin kazanılmasında etkili olduğu, seçmenin algılarını bulandırarak nesnel gerçekleri göz ardı etmelerine neden oldukları yazılıyor. Facebook, Twiter, Google gibi internet devlerinin, paylaşım filtreleri nedeniyle, isteyerek ya da istemeyerek sonuca "olumsuz" etki ettikleri söyleniyor. Bla bla...
Boş verin seçimleri falan. Gerçeğin reddi, en büyük gerçekliğimizdir. 

Gerçeği reddetmek bir beceridir. Hatta kutsal bir lütuf bile sayabiliriz. İnsanlığın temel gerçeği, ki bunu içinde yaşadığımız doğadan miras almış bulunuyoruz, güçlünün  güçsüzü ham yapmasıdır. Daha bilindik ifadesiyle "büyük balık, küçük balığı yer."

Petrol gündelik hayatın en öncelikli enerji kaynağı olduğundan beri, petrol denizinde yüzen ülkelerin insanları ölüyor. Öncesinde kömüre sahip olanlar ölüyordu. Biraz öncesinde maden de işçi olabilecekler köle haline getirildi. Ondan da önce toprak işçiliğine köle ya da yarı köle edildiler. Ondan da önce başka bir şeyler işte...

Tüm bunlar, herkesin bildiği "nesnel gerçekler" değil mi? 

Peki yüz, hatta bin yıllardır onları inkar etmiyor muyuz? Kakao tarlasında çalışan ancak çikolatanın tadını bilemeyen çocukların olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bunu biliyoruz ama kılımız kıpırdamıyor. Yok sayıyoruz. Apple'ın çocuk işçi çalıştırdığını biliyoruz ama telefonundan çocuk haklarıyla ilgili Tweetler atacak kadar da riyakar insanlarız. Biraz değiştirerek söyleyeyim "medeniyet kahpelik, hakikat ise yüzsüzlük" ve bu yeni bir şey değil. 

Biz buyuz. Gerçekler işimize gelmediği için kılıflar, inançlar uyduruyoruz. Atalarımız kut olayının saçmalığını içten içe bilmiyorlar mıydı? Mısır'ın mimarları, piramitleri dikebiliyorlar ama bebekken altına ettiğini bildikleri firavuna tanrı diye tapıyorlar ve bunun gerçekliğine canı gönülden inanıyorlar, öyle mi? Hitler'e inanarak mı katliamlar yapıldı yoksa katliamlar istendiği için mi Hitler yaratıldı? 

Papalar, halifeler, krallar, sultanlar, emirler, generaller, önderler... Alayı katil değil mi? onları kahramanlaştıran bizim inançlarımız, duygularımız değil mi? Bir grubun tanrısal lideri, öbürünün şeytani iblisi değil mi? Bu hep böyle değil miydi? Hep böyle olmayacak mı?

Gerçekleri konuşmak isteyeceksek, doğu batı kuzey güney, her medeniyetin bir diğerinin kanı ve teri çimento yapılarak kurulduğunu, bunun sonunun olmadığını, böyle giderse acının dinmeyeceğini, farklı yolların aranması gerektiğini konuşalım. Susmak ve devam etmek de bir tercih tabii. 

Ne de olsa...

O çikolatayı yeyip, telefonu kullanmak, benzini yakmak, kıçını yumuşacık kağıda silmek istiyor insan. Bunların bedelini ödeyenleri kabullenmek salak vicdanına sığmadığı için de gerçeği görmezden gelmeyi ya da doğrudan inkar etmeyi seçiyor. Aslında insan medeniyeti kurduğundan beri gerçeğin çok ötesinde yaşıyor. Çok çok ötesinde, kendi gerçekliğinde.