22 Temmuz 2015 Çarşamba

Vegan

Benim ağabeyim et yemez. Yani aslında tam yemez değil, daha çok haşlanmış et ve kızartma yemez. Yemez de değil yaa, yemezdi. Çocukken yemezdi. Neyse işte, ben çocukken bu yemiyordu bir ara et, tam bilemedim şimdi, yalan olmasın. Bir kaç kere buna vejeteryan  dendiğini duydum. (vejeteryen de demiş olabilirler, hangisi doğru emin olmadım)

İlk okulda ders konusu otçul hayvanlar olduğunda baya bir keşif yapmıştım kendimce. Biz hayvandık ve abim de otçuldu. Keşfin verdiği coşkuyla abime "sen otçul hayvansın" deyince köteği yemiştik. Bu da böyle bir anım işte.

Vegan kelimesini ilk duyduğum da vejeteryanın kısaltması sanmıştım. Olmadığını delinin birinin yaptığı eylem ile öğrendim. 

Dünyaca ünlü bir balet bizim Harbiye Açık Hava'da gösteriye gelmiş, bu  kardeşiniz de orada görevli. (Organizatör firmaya eleman sağlayan taşeron firmanın kölesi, saatim 3 lira falan,) Bir kadın geldi. Pardon, önce burnuma kadının kokusu geldi. Yıllardır yıkanmıyor olsa gerek. Bileti yok ama içeri girmek istiyor. Israrla isteyince biz köleler yetkili bir abi çağırdık. Yetkili abi de gayet makul bir şekilde deliyi kovalamaya çalıştı. Basın girişinin önünde olmasaydık ne kadar makul olurdu bilmiyorum da, deli dediğin zaten makul olamayanın ta kendisi. Kadın çığlık çığlığa bu dünya starını izlemeyi hak ettiğini, bu gösterinin para ile satılamayacağını, izlemek için buna layık olmak gerektiğini çığırmaya başladı. 

Can kulağı ile kadını dinlemeye başladım. Bir süredir bu taşeron firmanın kölesiyim ve daha iki gün önce hayatımda ilk defa "sendika" kelimesini cümle içinde kullanmışım. Basından bir kaç kişi de benim kadar ilgili, onları da seziyorum. Lakin kadın nasıl yaptı anlamadım, konuyu bir anda Kurban Bayramı'na getirdi. Bu katliamı durduracaklarını, müslümanların kana susamış caniler olduğunu haykırmaya başladı. (yok bahsi geçen deli Leman Sam değil) 

Gördüğüm ilk vegan zırdeli olduğu için hepsinin deli olabileceğini düşünmedim. Hala saf saf vejeteryan gibi bir şey sanıyorum. Sonra sonra bu arkadaşların sadece et değil, hiç bir hayvansal gıdayı tüketmediklerini öğrenince çok güldüm knedilerine. Yahu insan dediğin et yiyen bir hayvan. Kızmayın ama biz hayvanız arkadaş. Ayrıca et de yeriz. Ya bu nasıl bir kendini üstün görmedir ki, doğanın seni evrilttiği yola ters dönmeye çalışıyorsun. Egona sıçayım. 

Hadi sadece kendi yemese eyvallah, deli der geçerim. Kimse yemesin istiyorlar. Daha önce de dedim, ben hayatta kalmak için yemek yemiyorum, yemek yiyebilmek için hayatta kalıyorum. Sen ne hakla benim önümden iskenderi çekmeye çalışıyorsun. Ne biçim bir zorbasın arkadaş sen? Mussolini bu arkadaşlara şapka çıkartır, faşizmin adını ben koydum ruhunu siz tamamladınız der. Zaten veganlığın siyasi bir eğilim olduğu söylenmeye başladı. Allah vere de aralarından zeki bir deli çıkıp dünya tarihine geçmese.

Ya gidip Serengeti'deki aslanlara da anlatsana sen bu derdini de bir güzel yesinler seni. (Leman Sam safariye çıkmış mıdır acaba?)

Ya saçmalamaları arasında haklı olabilecekleri tek konu kaynıyor ona üzülüyorum. Hayvan ÜRETİM tesislerinin durumu. Gün yüzü görmeden 7 günde ete gelen kuzular, bir günü 7 gün olarak geçiren tavuklar, Arnorld'tan daha hormonlu civcivler falan. Bu deli enerjiyi bu konuya yönlendirseler de bir işe yarasalar. Gerçi bu konu hem sağlık ile hem ekonomi ile hem de üretim ile ilgili çok karmaşık bir durum, hayvansal gıda yemeyen birileri bu konuda sağlıklı bir çözümlemeye ulaşamaz bence. 

Gezegendeki en baskın yırtıcıya, dur diğerlerini yeme demek, işte gerçek vahşet budur.

Ocu, Bucu, peki ya Sucu

Yıllar önceydi, ben, o zamanki kız arkadaşım ve kız arkadaşımın bir arkadaşı konuşuyorduk. Konu da siyasete gelmişti. Yirmili yaşlarının başında olan üç kişinin konusu niye siyasete geliyorsa? Neyse işte, kız arkadaşımın arkadaşı olan bu eleman, bu konuşmamız üzerine benim TKP'li olduğuma kanaat getirmiş. Bir iki yıl sonra öğrenmiştim ben de bunu ve "acaba ne saçmaladım da böyle bir kanıya vardı" diye düşünmüştüm.

Gene bir kaç yıl önce, babamın dini duyguları kabarmış, bana "sen neden cumaya gitmiyorsun" diye sormuştu. Arada oluyor benim babama böyle, önce cumaya neden gitmediğimi sorguluyor, sonra da "sizi çocukken kuran kursuna göndermedim, çok büyük hata yaptım" diye hayıflanıyor. Her seferinde verdiğim cevabı verdim gene. "Para karşılığı namaz kaldıran bir adamın arkasında namaz kılmak bence günahtır" dedim. (Bu fikrimi daha sonra size de savunurum) Babam da cevap olarak bana "sen cemaatçisin yani" gibi bir şeyler söyledi. (Cemaat dediği, The Cemaat değil, genel olarak cemaatlerin kendi imamları olur ve onların arkasında namaz kılarlar.)

Çok sevdiğim bir örnek daha var. Kuzenim ile bir siyasi tartışma yapıyorduk, milliyetçi bir kaç fikri savunmam üzerine adam bana "uuuu faşosun sen" dedi. Şu hayatta durup "ne yapıyorum lan ben" diye sorguladığım çok az an yaşamışımdır. Bu da onlardan biri oldu. Çok değil, daha bir kaç yıl önce, kız arkadaşı ile birlikte film izleyecekleri zaman beni de davet etmişti. Hangi filmi izleyeceksiniz dediğimde "gud bay lenon(good bye lenin)" diye bir şey demiş adam, şimdi bana faşist diyordu. (Sonradan fark ettim, adam faşizmi milliyetçilik sanıyordu. Bu satırları okuyan sen sevgili arkadaşım, sen de büyük ihtimal ile faşizm ile ırkçılığın aynı şey olduğunu sanıyorsundur. Bunların üçü farklı kavramlar.)

Böyle bir sürü örnek yazabilirim. Aynı konuşma içinde hem vatan haini komünist, hem de ırkçı faşist ilan edilmişliğim bile var. Sonu -ist, -cı\ci ile biten ne varsa, en az bir kere "o" olmuş olabilirim. Sadece bunlar  da değil, homofobik de oldum. Yani oldum diyorum da genel de bunlar ile suçlandım. Nadir olarak da oraya konumlandırılarak anlaşılmaya çalışıldım.

Şimdi beni boş verelim (mümkünmüş gibi) ve zamanda biraz geriye gidelim. 7. yüzyılın hemen başında Mekke'deyiz. 40 yaşında kendi halinde bir adam, bir dağdan indi ve tüm ekonomik ve sosyal yaşamı baltalayacak fikirler ile ortaya çıktı. Bir kaç yıl pek önemsenmedi. Gelir geçer gözüyle bakıldı ama geçmedi. Adam didine didine kendisine taraftar bulmaya başladı. Çevresinde "inananlar" denilen bir grup büyümeye başladı. Şehrin kaymak tabakası ortaya çıkan tehdidi anlamaya başladılar. Aslında yapılması gereken şey çok basit. İnsanın en doğal tepkisini verip, yılanın başını keserek büyümeye aday sorunlarından kurtulabilirlerdi. Yapamadılar.

Niye?

Çok fazla bilgiye boğmak istemiyorum. Kabaca durum şöyle. Bu Arabistan büyük ölçüde çöl. Bunu zaten bilirsiniz. O zamanlar bu Araplar petrol zengini de olmadıkları için dünyanın geri kalanının hiç umurunda değiller. Zaten büyük çoğunluğu da göçebe, bedevi dediklerimiz. Kabileler halinde yaşıyorlar. Hayvancılıkla uğraşıyorlar. Kısaca deve çobanı gürühu bunlar. Mekke, Taif gibi şehirlerinde öyle aman aman bir geçmişleri yok. Şehir hayatı daha emekleme aşamasında. Bu yüzden bir şehir sosyal hayatı da yok. Kafe, bar, tiyatro, agora gibi bir sosyallikten bahsetmiyorum. Çekirdeğe gidecek bir aile yapısından, şehirli (Arapçası medeni) olmaktan bahsediyorum. Şehir yaşantısına da kabile anlayışı hakim. Bedevi iken otlak için kavga eden kabileler şehir hayatına geçince de ticari kar için kavgaya devam ettiler. İnsanlar bireysel özellikleri ile değil, bağlı oldukları kabilenin gücüne göre değerlendiriliyorlar.

Çok uzadı ve sıkıcı oldu biliyorum ama bunları derdimi anlamanız için kabaca da olsa bu bilgilere ihtiyacınız var. Mekke'ye kısa bir dönüş daha yapalım. Şehre hakim olan Kabile Kureyş. Bunu duymuşsunuzdur zaten. Duymadığınız, Kureyş'in mermer gibi bir yapı olmadığı. Federatif bir yapısı var. Kendi içinde kollara bölünüyor. Tabii bu kollar arasında da bir Game of Thrones durumları, güç savaşları var. Muhammed, Haşimiler koluna mensup ve bu kol da Kureyş içinde yeri sağlam olan bir kol.

Sorumuza dönersek, (yani Muhammed'in kafayı neden almadılar) ister yeni bir din ilan etsin, ister sosyal hayata zararı olsun, ister hırsızlık yapsın... Eğer ortada bir "kan" yok ise, herhangi bir kabilenin herhangi bir adamını öldürürseniz, o çok bilindik kural işler. "Kanı kan temizler." Herkesin ortak fikri cinayetten yana olsa bile, cellat hangi kabileden ise, o kabile ile Haşimiler arasında kan davası başlayacaktı. Hiç kimse bunu göze alamadığı için Muhammed'e bıçak kemiğe dayanana kadar bir suikast düzenlenmedi. Geç de olsa bu denendiği zaman bile tek bir cellat kullanılamadı. Kureyş'in tüm önemli kollarından ikişer cellat seçilerek aynı anda saldırılacaktı. Böylelikle öldürücü darbenin kimden geldiği belli olmayacak, Haşimiler kan davası başlatamayacaktı. (Sezar'ın katline benziyor değil mi? Acaba Araplar bunu kendileri mi düşündü, yoksa daha küresel bir millet mi kulaklarına fısıldadı?)

Şimdi günümüze dönelim. Aşiret dediğimiz zaten bu kabilelerin günümüze açık seçik yansımalarıdır.

Benim derdim bu değil, benim derdim, gizli kabilecilik ile. Yazının başında kendi üzerimden verdiğim örnekler bununla alakalıydı. İnsanlar seni, beni, onu sürekli bir yere, bir ideolojiye oturtmak istiyorlar. Böylelikle seni tartması daha kolay oluyor. Önce senin nereye ait olduğunu belirliyor, sonra kendi içinde bulunduğu kabilede senin kabilene ne gözle bakıldığını düşünüp seninle bu doğrultuda iletişim kurmaya çalışıyor.

Arkadaş, sağdan, soldan, kuzeyden, güneyden, doğudan, batıdan, okyanus ötesinden, göl kenarından... Nereden gelirse gelsin, sen bir fikrin kaynağına inip onu özümsemeden sadece aracıların sana anlattıkları ile o fikre dahil olma numarası yapıyorsan senden bir bok olmaz. Ancak kabile üyesi olur işte. Bu yüzden karşındakinin de bir kabileye üye olmasını beklersin. Sonra siyasi tartışmalarda orman kanunları geçerli olur.

Bu Arapların seçme şansı yoktu, günümüz insanının az biraz var. Zeki olanlar çıkarına göre, aptal olanlar şartların onu götürdüğü yere seçiyor kabilesini. Bir şeyci oluyor. Gerçi en aptalı bile belli bir yaştan sonra harika manevralar ile tam ters köşeye geçecek kadar çıkarlarının farkına varıyor.

Kimseye öğüt falan vermek gibi bir derdim yok ama, dışarıdan nasıl göründüğünüzü bilin istedim.(Ortaçağ'dan hallice)