Darbe, bizim için hükümdarlığın kendisi kadar eskidir. Bilinen ilk Türk hükümdarı Teoman oğlu Mete tarafından kanlı bir darbe ile yönetimden indirilmiştir. Mete'nin darbe gerekçesi ise babasının Çinli bir prensesten olma oğlunu veliaht ilan etmesiydi. Liyakate göre değil de, kafana göre iş yapmanın bedeli budur. Kişisel bir felaket. Gerçi çoğu zaman bundan çok daha fazlası...
"Balık baştan kokar" diyelim ve baştan başlayalım. Cumhurun başından. Fetonun şakirtleri kalkışmalarına başladıktan iki saat kadar sonra bir cep telefonu kameraya tutuldu ve büyük reis halkı meydanlara çağırdı. Daha doğrusu gönderdi. Çünkü kendisi nerededir bilinmiyordu. Başbakan nerede bilinmiyor. Başta içişleri olmak üzere, çoğu bakan kayıplarda. Biz yokuz ama siz halk olarak çıkın meydana, bizim rejimi koruyun.
İnsanlardan buradaki saçmalığı görmesini beklemek boş bir beklenti mi? Biz bu devlete vergi veriyoruz. Bir kişi de çıkıp "yahu siz ne işe yararsınız, neden vergi veriyoruz" diye sormuyor. Yollar, köprüler paralı. Bazıları özelleştirilmiş. Elektrik, su desen, bu dönemde çoğu özelleştirildi. Kalan dağıtım şirketleri de özelleştirilecekler listesinde. Sağlık için bir yığın ek sigorta çıkardılar. Tüm bu yeni ödemelere rağmen hala bedava değil. Eğitim kısmen bedava. Sadece kayıt olurken zorunlu bağış var. Eğitimde asıl sorun kalite. Okula gitmeseler daha çok şey öğrenecek çocuklar.
Sen devlet olarak beni koru bari, değil mi? E cumhurunbaşı, büyük usta, has reiz onu da halka havale etti. Onun götü halk koruyor çok affedersiniz.
Sen devlet olarak beni koru bari, değil mi? E cumhurunbaşı, büyük usta, has reiz onu da halka havale etti. Onun götü halk koruyor çok affedersiniz.
Yani geldiğimiz noktada bizi korumakla yükümlü devlet, bizden onu korumamızı bekliyor.
Geçelim diyeceğim de, geçemiyorum. Bu Tayyip, her gün meydanlarda İnönü'ye hakaret etti. Bunun yalaka basını garez küfürler ettiler. Milli kahramanı vatan haini ilan eden oldu. Irkçılığından alkolikliğine... (İso'cum çok içmezdi. Savaş zamanı bile orucunu, namazını aksatmazdı.)
Dönüp düne bakıyorum. Bunların bir numaralı düşmanlarından İsmet Paşa, Talat Aydemir'in iki darbe girişimini bastırdı. Özellikle ilk girişimde kelle koltuktaydı. Her şey pamuk ipliğine bağlıydı. Belki kuvvet komutanları iktidardan yanaydı ama ordunun büyük kısmı darbeyi destekliyor yada bekle gör taktiği uyguluyordu. Böyle bir ortamda Paşa herkesten daha dirayetli durdu. Önce rejimi kurtardı, sonra girişimin kökünü kazıdı. Bunları halkı ortaya atarak değil, kafasını ortaya koyarak yaptı. İlk girişimden sonra Paşa'ya nasıl başardığını sordular. "Ben ölmeyi göze almıştım. Talat öldürmeyi göze alamadı. İnanç her zaman inançsızlık karşısında galip gelir" demişlerdir. Devlet adamı işte budur. Bu mis gibi kokudan sonra dönelim mi bugüne? Malum geçmişte yasayamıyoruz.
Tayyip ve AKP iktidarı hepimizin malumu artık. Adamlar seçimli demokraside şifre yazmış gibiler. Seçimlerde başarılı olup geri kalan her konuda başarısız oluyorlar. Sonra da "kandırıldık" diyebiliyorlar. Sahnede şarkı sözünü unutan şarkıcıya alkış ile destek veren halkımız da bu başarısızlığı ödülsüz bırakmıyor tabii.
Hani, insanın vicdanı, her türlü dış cezadan daha ağırdı? Bu adamlarda hiç mi vicdan yok? İnsanlıktan bu kadar mı nasipsizler?
İktidarları boyunca canavar haline getirdikleri dandik örgüt sonunda darbeye girişebildi. En fazla "halkımız bizi affetsin" falan dediler. Ya istifa onurlu bir davranıştır. Hata yapan onuruyla gider. Onurunuz da mı yok?
Sadece siyasi iktidar mı onursuz? Bu bok kokusu sadece onlardan mı kaynaklı? Askerler ne olacak? Hilmi'den Neco'ya kadar gelen tüm genel kurmay başkanları. Sokak köpeği kadar değeri bile saygıyı hak etmiyorlar. O köpekler bile bölgelerini korumak için canla, başla mücadele ederken, bu beceriksizler bölgelerine tecavüz ettirmiş. Öyle ya da böyle, milli ordunun şakirtleşmesine neden olmuşlar. Biri bile ne oluyor diyememiş. Ya diyememiş ya da dilsiz şeytan olmayı tercih etmiş.
Ya diğer kuvvet komutanları? Generaller? Bu yapıya dahil olmayanlar? Siz masum musunuz?
Öz dayımın içinde olduğu "ordudan kumpas ile uzaklaştırılmış subaylar" masum mu? Aciziyetleri o kadar aşikar ki! Onlar da hiç güzel kokmuyorlar. Bazıları bu adamlar ile mücadele etmiş olsa da, bir şey değişmez. Başarısız oldular. Görevini yerine getiremediler. Layık olmadılar. O kurmay havaları sadece balon çıktı.
Siz sadece öldürmek için değil, ölmek için vardınız. Yarın şehit erlerin, subayların, komutanların yüzlerine bakamayacaksınız.
Ölmekten bahsetmişken. Hulisi Akar'ı hala nefes almaya iten kuvvet nedir çok merak ediyorum. Bilerek ya da bilmeyerek büyük katkı sağladığı bir çete darbeye girişti ve şerefli genel kurmay başkanımız derdest edildi. Büyük ihtimal dayak yedi ve aşağılandı. Girişim başarısız olunca bu çöküntü halindeki büyük komutan da kurtarıldı. Dedim ki, makamı bırakır, belki de canına kıyar. Nerdeee? Adam çıkıp demokrasi mitinginde halka seslendi. Köprü açılışlarına konu mankeni oldu. Vay anasını diyorum. Bu vasattan da öte. Sefilliğin vücut bulmuş hali gibi. Bok kokuyor, bok!
Ya bunun şanlı kuvvet komutanlarına ne demeli? ORAMİRAL Bülent Bostanoğlu. Kalkışma gecesi halk devleti korurken, deveti korumakla görevli bu zat kendi götünü korumakla meşguldü. Nasıl kaçıp saklandığını, sonra da karakola nasıl sığındığını gazetelere anlatacak kadar da yüzsüz. İlk OHAL kararı bu şeref yoksunu amiralin soy adını "Bostankorkuluğu" yapmak olmalıydı. Görevin yerine getirmemekten ve Türk ordusuna hakaretten yargılanmalıydı. Askerlik görevi boyunca aldığı her kuruş geri alınmalıydı. Yok. Yakında madalya takarlarsa şaşırmam. Tüm bu bok kokusu arasında en yoğun koku bu adamdan geliyor. Aklıma geldikçe delleniyorum. Bünyesinde bulunmadığım ordu adına utanıyorum. 30 günlük askerken bu ülke için toprağa düşen erler için kahraloyorum. Şerefli Türk Ordusu tanımının yanına "ama şerefsiz komuta kademesi" diye eklenmeli.
Mit için ne desem ki? Dört buçuk yıl önce bu dandik örgütün kısmı saldırısına uğramışlardı. Alarma geçip canla başla önce devleti uyaracakları, umursanmazlar ise sızdırmalar ile milleti uyaracakları yerde yatmışlar. Bu adamların görevi kötü şeylerin olmasını önlemek. Olay olduktan sonra sorumluları bulmak değil. Muhalefetin peşine düşüp siyasi çalışmalar yapmak hiç değil. Zaten tarihi boyunca milli olamamış bu kurum hakkında ya da onun Hakan'ı hakkında konuşmak bile gereksiz.
"İstihbarat servisi hayalet gibi olmalı" mottosunu çok yanlış anlamışlar. Tersten uyguluyorlar. Yok gibi görünüp, var olmaları lazım. Bunlar biraz var gibi görünüyorlar ama aslında hiç yoklar.
Gelelim var gibi görünen ama aslında olmayan diğer kuruma. Muhalefet. AKP'nin seçim hilesi dediğim şey aslında bu arkadaşların basiretsizliğinden başka bir şey değil. Ekonomiden iç güvenliğe, dış politikadan milli eğitime, 14 yıl tek başına iktidar olup istikrar olamamaya, devletin temellerine körün görebileceği mayınlar koymaya... Her alanda başarısız olan bu iktidar, hala nasıl iktidar?
Osmanlı tarihinde "kaht-ı rical" diye bir tabir var. Günümüz diliyle yetişmiş adam yokluğu gibi bir anlamı var. Ülkenin her yerine sirayet etmiş olsa da, bu sorunun en ama en en fazla göründüğü yer siyaset. Ülkeyi yönetebilecek ciddi alternatifler yok. Bu hükumeti ABD, Rusya, İsrail, Suriye, İran, Barzani, PKK, IŞİD, Fetö... neredeyse kandırmayan kalmamış. Bunu ben değil, kendileri söylüyorlar. Kim var kandıramayan? Muhalefet.
Seks kaseti ile koltuğunu kaybeden mi, ilk seçiminde oy kullanamayan mı yoksa koltuğu uğruna partisini ateşe atan mı kandıracak bunları? Siyasi parti yerine sivil toplum kuruluşu olması gerekenlerden hiç bahsetmiyorum bile.
Aksine Akp onları kandırabiliyor. Bir örnek, 2002 seçimlerinin hemen sonrası. Tayyip millet vekili olamamış, anayasanın değiştirilmesi lazım. İmdadına Baykal yetişti. Dedi ki, halk bu partiyi ve bu lideri seçti, önünde duramayız. Anayasa değişti. Ülke bugüne göre günlük güneşlik bir halde yola devam etti. Ne zaman ki cumhurbaşkanı seçilecek, Baykal istemezük çekmeye başladı. E hani halkın isteği buydu? Yerseniz durum bu. Benim için yutması zor bir lokma bu. Mesele Baykal'ın çark etmesi değil, en baştan ne karşılığında anayasıyı değiştirmeye ikna olduğu. Nasıl kandırıldığı? Bok kokuyor.
Bu durumun müsebbibi günümüz idarecileri değil. Çok daha eskiden başlıyor çürüme. Gençlik enerjisini bilme yöneltmek yerine dinden hallice ideolojilere kim yönelttiyse, onlardır suçlu. Ve kim bu romantiklerden korktuysa, kitap okuma cezası verilmesi gereken gözü pek ama salak delikanlıları kim astıysa, onlardır suçlu. Siyaseti duvarlara afiş asmak ya da daha beteri afiş asanları dövmek sananların günahıdır bugünümüz. En sağından en soluna ya da en solundan en sağına... Nereden bakarsanız bakın, kirlettiler bu dünyayı. En çok da önemsedikleri, uğruna canlarını ortaya koydukları idealleri. Sonunda tanklar her şeyin üzerinden geçti. Geriye idealler değil, çıkarlar kaldı.
Hoş bence zaten devletlerin sadece çıkarları olmalı. Var olma nedeni de bu. Vatandaşlarına daha iyi bir hayat sunmak. Tüm vatandaşlarını eşit görmek. Her birine güzel bir yaşamını... Neyse konu dağılıyor.
Ne demiştim? İdealistler birbirlerini gırtlakladılar, sonra tankların altında ezildiler. Geriye sadece çıkarcılar kaldı. Kişisel çıkarları olan insanlar. Özal dönemine hapsetmeyin onları. 70'lerin Kara Oğlanı 90ların Eceviti aynı kişi değildir. Beceriksizliğin yenilmişlik ile kavrulmuş halidir o Ecevit. Cumhuriyet idealinden kopmuş, yaşlı bir adamdır. İdare etmeye çalışmıştır.
Siyasetin 90larına daha özel bir örnek olarak ben varım. Çocukken de en az bugün yapabildiğim kadar iyi laf salatası yapıyordum. Kelimeler bana her durumda çıkış sağlayabiliyordu. (Yazdığımdan çok daha iyi konuşurum) Tabii bir naiflik de vardı o zaman. Göstere göstere yapıyordum salatayı. Ak dediğime, beş dakika sonra kara diyebiliyordum. Ve inandırıcı bir yanım da oluyordu. İnsanlar kahkahalar ile birlikte "bunu siyasetçi yapın Ali abi(babam)" diyorlardı. Çünkü artık siyasetçi bu demekti. "Dündür, bugün gündür." saçmalaması artık 15 dakika öncesini yok saymak kadar süreyi kısaltmıştı. Anlatmak istediğimi anlıyorsunuz değil mi? Özetlersem, siyaset ilk günden bugüne yalana muhtaç haldeydi ama hiç bugün olduğu kadar zavallıca muhtaç değildi.
Tayyip'i tarih unutacaktır. Beceriksizler arasında bir köylü kurnazı sadece. Tarih -eğer bugünlerin tarihi yazılırsa- ülkeyi liyakatli insan yetişmez hale getirenleri yazacaktır. Thomsen ile devrimcilik oynayanları ve onlara saldırmayı vatan sevmek sananları, işte sizleri amcalarım, dayılarım, sizleri tarih affetmeyecektir.
Geçelim.
En sevdiğim ve aslında en uzun olması gerek kısım. THE MEDİA
"Ümraniye'de bir evin bahçesinde bulunan el bombaları ile başlayan Ergenekon süreci ile..." Neler denmedi ki o süreçte? Temiz eller operasyonudur bu. Devlet bağırsaklarını temizliyor. Karanlık günler geride kaldı. Bu halka yanlış yapanlar cezalarını çekecekler. Daha neler neler?
"15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası, millet..." Hain çete çökertiliyor. FETO'nun tırnaklarını saklıyorlarmış. Milli orduya kumpası bunlar kurdu. Hainlerin itirafları kan dondurdu. Devlet FETÖ'den temizleniyor. O savcı da FETÖ'cü çıktı. Bu komutan ezelden beri... Daha neler neler deniyor şimdi.
Suçlular, örgütler, suçun niteliği... Her şey değişti. Değişmeyen merkez medya. Soru sormaktan aciz, sadece servis edilenleri haber diye kakalayan insanlar. Dün "suçlu" gösterdiklerini bugün konuk olarak yayında ağırlıyorlar. E dün konukları olanlar da bugün "sanık" durumunda. Bir ikisi ufak bir öz eleştiri yapar gibi yapıp "her şeyi biz biliriz" ayaklarına hemen geri dönüyor. Dünün ergenekon uzmanları bugün Fetö uzmanı olmuşlar. Programlar, programcılar, yapım ekipleri... Hep aynı kişiler. Hep aynı kişiler. Kendi isteği ile, beceremedik, sıçtık sıvamayalım diye giden yok.
Ve zenginler hee. İşini bu kadar yapamayıp, villa alacak kadar zengin olunacak kaç meslek var acaba? Siyaset, medya... Üçüncü de tek başına Sabri reiz mi? Yok o bunlara nazaran Messi olur.
Burası Türkiye, burada çok iyi gazetecilik yaparsanız ölmeniz gerekir. Vasatın üzerindeyseniz bir kaç yılda bir kovulmanız gerekir. Eğer 10-15 yıl aynı kanalda aynı saatlerde yayın yapabiliyorsanız gazeteci falan değilsinizdir. Ekran maymunundan hallicesinizdir.
Her hapse düşenin ya da kovulanın da gazeteci olmadığını söylemeye gerek yok tabii.
Bitti bu kadar. Gerçekten habercilik yapmaya çalışan bir avuç insana olan saygımdan mesleğe komple küfür edemiyorum. (Onlar zenginde değiller ve televizyonlarda görünemiyorlar.) İsim vererek küfür etmeye de gerek yok. Alayının...
(Demeden geçemem, ulan bari bu kadar sulandırmaydılar işi be. Yok tırnakları saklanıyormuş, yok evlilikleri hoca efendi ayarlıyormuş. Ah bir de Feto'nun seks kaseti olsa ne güzel olacaktı be, iç çekiyor alayı.)
Son olarak darbeyi durduran halkımız var. Baş'tan başladık, başın tabiriyle ayak olanlar ile bitireyim.
Medyamız ne güzel poh pohluyor. Tankları durdurdular, demokrasiyi kurtardılar. Beş para etmez siyasetçilerimiz methiyeler düzüyor. Bu milleti yenemezmiş kimse. Çanakkale ruhu, milli birlik beraberlik ruhu işte bu!
Bak, bak, bak... Biz neymişiz ulan? Peki nerede oldu bu darbe? Ankara'da belli başlı bir kaç bölge ve İstanbul'da daha az bölgede. Kaç kişi öldü bu şanlı direnişte? 200'den biraz fazla. Net bir sayı yok elimde tabii ki ama kaç kişi çıktı o gece demokrasiyi korumaya? Kendinize şunu sorun, makarna almaya çıkanlar mı daha fazla yoksa tank durdurmaya çıkanlar mı?
Kişisel günahımı çıkarayım. Darbe olacağına hiç inanmadım. Tiyatro falan da demedim. Olmazdı çünkü darbe yapabilecek adam ortada hiç bir şey yokken köprü tutarak kendini ifşa etmezdi. Olamazdı çünkü becerikli olsalar önceden yaptıkları kumpaslarda bu kadar maddi hatalar yapmazlardı. Olmazdı çünkü siyasi iktidarın desteğini kaybettiklerinden beri hiç bir işte başarılı olamadılar. Son kurşunlarını çaresizce kendi kafalarına sıktılar.
Haliyle çıkmadım tabii meydana falan. Zaten demokrasi denen bu gebeş tiyatrosuna hiç inanmıyorum. Başka bir yazıda yazarım bu demokrasi yalanını.
Gene de umudum var. Karmaşanın aleni, gizli, yoğun ya da düşük yoğunluklu olanını... her türlüsünü yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Aslında kusursuz bir anarşi içinde yaşıyoruz. Devlet ortadan kalkmış, zadece zorbalığı kalmış. İşte buradan bir yerden yeni bir düzen yükselecektir. Ne zaman, nasıl, bilmiyorum. Ben görür müyüm, onu da bilmiyorum. Elimde dile getirebileceğim hiç bir kanıtım da yok. Daha kötü günlerin yaklaştığını ise açıkça görüyorum ama... Ama işte, içimde bir yerde bir umut var. Bir parçacık ışık. Görünüp kayboluyor ama bazen o kadar güzel bir koku ona eşlik ediyor ki, tüm bu bok kokusunu bastırıyor. Belki sadece bir yanılsamadır. Çok istediğim bir hayaldir. Öyleyse bile...
İnsan beyni gerçek olamayacak bir şeyi hayal edemez.
Dönüp düne bakıyorum. Bunların bir numaralı düşmanlarından İsmet Paşa, Talat Aydemir'in iki darbe girişimini bastırdı. Özellikle ilk girişimde kelle koltuktaydı. Her şey pamuk ipliğine bağlıydı. Belki kuvvet komutanları iktidardan yanaydı ama ordunun büyük kısmı darbeyi destekliyor yada bekle gör taktiği uyguluyordu. Böyle bir ortamda Paşa herkesten daha dirayetli durdu. Önce rejimi kurtardı, sonra girişimin kökünü kazıdı. Bunları halkı ortaya atarak değil, kafasını ortaya koyarak yaptı. İlk girişimden sonra Paşa'ya nasıl başardığını sordular. "Ben ölmeyi göze almıştım. Talat öldürmeyi göze alamadı. İnanç her zaman inançsızlık karşısında galip gelir" demişlerdir. Devlet adamı işte budur. Bu mis gibi kokudan sonra dönelim mi bugüne? Malum geçmişte yasayamıyoruz.
Tayyip ve AKP iktidarı hepimizin malumu artık. Adamlar seçimli demokraside şifre yazmış gibiler. Seçimlerde başarılı olup geri kalan her konuda başarısız oluyorlar. Sonra da "kandırıldık" diyebiliyorlar. Sahnede şarkı sözünü unutan şarkıcıya alkış ile destek veren halkımız da bu başarısızlığı ödülsüz bırakmıyor tabii.
Hani, insanın vicdanı, her türlü dış cezadan daha ağırdı? Bu adamlarda hiç mi vicdan yok? İnsanlıktan bu kadar mı nasipsizler?
İktidarları boyunca canavar haline getirdikleri dandik örgüt sonunda darbeye girişebildi. En fazla "halkımız bizi affetsin" falan dediler. Ya istifa onurlu bir davranıştır. Hata yapan onuruyla gider. Onurunuz da mı yok?
Sadece siyasi iktidar mı onursuz? Bu bok kokusu sadece onlardan mı kaynaklı? Askerler ne olacak? Hilmi'den Neco'ya kadar gelen tüm genel kurmay başkanları. Sokak köpeği kadar değeri bile saygıyı hak etmiyorlar. O köpekler bile bölgelerini korumak için canla, başla mücadele ederken, bu beceriksizler bölgelerine tecavüz ettirmiş. Öyle ya da böyle, milli ordunun şakirtleşmesine neden olmuşlar. Biri bile ne oluyor diyememiş. Ya diyememiş ya da dilsiz şeytan olmayı tercih etmiş.
Ya diğer kuvvet komutanları? Generaller? Bu yapıya dahil olmayanlar? Siz masum musunuz?
Öz dayımın içinde olduğu "ordudan kumpas ile uzaklaştırılmış subaylar" masum mu? Aciziyetleri o kadar aşikar ki! Onlar da hiç güzel kokmuyorlar. Bazıları bu adamlar ile mücadele etmiş olsa da, bir şey değişmez. Başarısız oldular. Görevini yerine getiremediler. Layık olmadılar. O kurmay havaları sadece balon çıktı.
Siz sadece öldürmek için değil, ölmek için vardınız. Yarın şehit erlerin, subayların, komutanların yüzlerine bakamayacaksınız.
Ölmekten bahsetmişken. Hulisi Akar'ı hala nefes almaya iten kuvvet nedir çok merak ediyorum. Bilerek ya da bilmeyerek büyük katkı sağladığı bir çete darbeye girişti ve şerefli genel kurmay başkanımız derdest edildi. Büyük ihtimal dayak yedi ve aşağılandı. Girişim başarısız olunca bu çöküntü halindeki büyük komutan da kurtarıldı. Dedim ki, makamı bırakır, belki de canına kıyar. Nerdeee? Adam çıkıp demokrasi mitinginde halka seslendi. Köprü açılışlarına konu mankeni oldu. Vay anasını diyorum. Bu vasattan da öte. Sefilliğin vücut bulmuş hali gibi. Bok kokuyor, bok!
Ya bunun şanlı kuvvet komutanlarına ne demeli? ORAMİRAL Bülent Bostanoğlu. Kalkışma gecesi halk devleti korurken, deveti korumakla görevli bu zat kendi götünü korumakla meşguldü. Nasıl kaçıp saklandığını, sonra da karakola nasıl sığındığını gazetelere anlatacak kadar da yüzsüz. İlk OHAL kararı bu şeref yoksunu amiralin soy adını "Bostankorkuluğu" yapmak olmalıydı. Görevin yerine getirmemekten ve Türk ordusuna hakaretten yargılanmalıydı. Askerlik görevi boyunca aldığı her kuruş geri alınmalıydı. Yok. Yakında madalya takarlarsa şaşırmam. Tüm bu bok kokusu arasında en yoğun koku bu adamdan geliyor. Aklıma geldikçe delleniyorum. Bünyesinde bulunmadığım ordu adına utanıyorum. 30 günlük askerken bu ülke için toprağa düşen erler için kahraloyorum. Şerefli Türk Ordusu tanımının yanına "ama şerefsiz komuta kademesi" diye eklenmeli.
Mit için ne desem ki? Dört buçuk yıl önce bu dandik örgütün kısmı saldırısına uğramışlardı. Alarma geçip canla başla önce devleti uyaracakları, umursanmazlar ise sızdırmalar ile milleti uyaracakları yerde yatmışlar. Bu adamların görevi kötü şeylerin olmasını önlemek. Olay olduktan sonra sorumluları bulmak değil. Muhalefetin peşine düşüp siyasi çalışmalar yapmak hiç değil. Zaten tarihi boyunca milli olamamış bu kurum hakkında ya da onun Hakan'ı hakkında konuşmak bile gereksiz.
"İstihbarat servisi hayalet gibi olmalı" mottosunu çok yanlış anlamışlar. Tersten uyguluyorlar. Yok gibi görünüp, var olmaları lazım. Bunlar biraz var gibi görünüyorlar ama aslında hiç yoklar.
Gelelim var gibi görünen ama aslında olmayan diğer kuruma. Muhalefet. AKP'nin seçim hilesi dediğim şey aslında bu arkadaşların basiretsizliğinden başka bir şey değil. Ekonomiden iç güvenliğe, dış politikadan milli eğitime, 14 yıl tek başına iktidar olup istikrar olamamaya, devletin temellerine körün görebileceği mayınlar koymaya... Her alanda başarısız olan bu iktidar, hala nasıl iktidar?
Osmanlı tarihinde "kaht-ı rical" diye bir tabir var. Günümüz diliyle yetişmiş adam yokluğu gibi bir anlamı var. Ülkenin her yerine sirayet etmiş olsa da, bu sorunun en ama en en fazla göründüğü yer siyaset. Ülkeyi yönetebilecek ciddi alternatifler yok. Bu hükumeti ABD, Rusya, İsrail, Suriye, İran, Barzani, PKK, IŞİD, Fetö... neredeyse kandırmayan kalmamış. Bunu ben değil, kendileri söylüyorlar. Kim var kandıramayan? Muhalefet.
Seks kaseti ile koltuğunu kaybeden mi, ilk seçiminde oy kullanamayan mı yoksa koltuğu uğruna partisini ateşe atan mı kandıracak bunları? Siyasi parti yerine sivil toplum kuruluşu olması gerekenlerden hiç bahsetmiyorum bile.
Aksine Akp onları kandırabiliyor. Bir örnek, 2002 seçimlerinin hemen sonrası. Tayyip millet vekili olamamış, anayasanın değiştirilmesi lazım. İmdadına Baykal yetişti. Dedi ki, halk bu partiyi ve bu lideri seçti, önünde duramayız. Anayasa değişti. Ülke bugüne göre günlük güneşlik bir halde yola devam etti. Ne zaman ki cumhurbaşkanı seçilecek, Baykal istemezük çekmeye başladı. E hani halkın isteği buydu? Yerseniz durum bu. Benim için yutması zor bir lokma bu. Mesele Baykal'ın çark etmesi değil, en baştan ne karşılığında anayasıyı değiştirmeye ikna olduğu. Nasıl kandırıldığı? Bok kokuyor.
Bu durumun müsebbibi günümüz idarecileri değil. Çok daha eskiden başlıyor çürüme. Gençlik enerjisini bilme yöneltmek yerine dinden hallice ideolojilere kim yönelttiyse, onlardır suçlu. Ve kim bu romantiklerden korktuysa, kitap okuma cezası verilmesi gereken gözü pek ama salak delikanlıları kim astıysa, onlardır suçlu. Siyaseti duvarlara afiş asmak ya da daha beteri afiş asanları dövmek sananların günahıdır bugünümüz. En sağından en soluna ya da en solundan en sağına... Nereden bakarsanız bakın, kirlettiler bu dünyayı. En çok da önemsedikleri, uğruna canlarını ortaya koydukları idealleri. Sonunda tanklar her şeyin üzerinden geçti. Geriye idealler değil, çıkarlar kaldı.
Hoş bence zaten devletlerin sadece çıkarları olmalı. Var olma nedeni de bu. Vatandaşlarına daha iyi bir hayat sunmak. Tüm vatandaşlarını eşit görmek. Her birine güzel bir yaşamını... Neyse konu dağılıyor.
Ne demiştim? İdealistler birbirlerini gırtlakladılar, sonra tankların altında ezildiler. Geriye sadece çıkarcılar kaldı. Kişisel çıkarları olan insanlar. Özal dönemine hapsetmeyin onları. 70'lerin Kara Oğlanı 90ların Eceviti aynı kişi değildir. Beceriksizliğin yenilmişlik ile kavrulmuş halidir o Ecevit. Cumhuriyet idealinden kopmuş, yaşlı bir adamdır. İdare etmeye çalışmıştır.
Siyasetin 90larına daha özel bir örnek olarak ben varım. Çocukken de en az bugün yapabildiğim kadar iyi laf salatası yapıyordum. Kelimeler bana her durumda çıkış sağlayabiliyordu. (Yazdığımdan çok daha iyi konuşurum) Tabii bir naiflik de vardı o zaman. Göstere göstere yapıyordum salatayı. Ak dediğime, beş dakika sonra kara diyebiliyordum. Ve inandırıcı bir yanım da oluyordu. İnsanlar kahkahalar ile birlikte "bunu siyasetçi yapın Ali abi(babam)" diyorlardı. Çünkü artık siyasetçi bu demekti. "Dündür, bugün gündür." saçmalaması artık 15 dakika öncesini yok saymak kadar süreyi kısaltmıştı. Anlatmak istediğimi anlıyorsunuz değil mi? Özetlersem, siyaset ilk günden bugüne yalana muhtaç haldeydi ama hiç bugün olduğu kadar zavallıca muhtaç değildi.
Tayyip'i tarih unutacaktır. Beceriksizler arasında bir köylü kurnazı sadece. Tarih -eğer bugünlerin tarihi yazılırsa- ülkeyi liyakatli insan yetişmez hale getirenleri yazacaktır. Thomsen ile devrimcilik oynayanları ve onlara saldırmayı vatan sevmek sananları, işte sizleri amcalarım, dayılarım, sizleri tarih affetmeyecektir.
Geçelim.
En sevdiğim ve aslında en uzun olması gerek kısım. THE MEDİA
"Ümraniye'de bir evin bahçesinde bulunan el bombaları ile başlayan Ergenekon süreci ile..." Neler denmedi ki o süreçte? Temiz eller operasyonudur bu. Devlet bağırsaklarını temizliyor. Karanlık günler geride kaldı. Bu halka yanlış yapanlar cezalarını çekecekler. Daha neler neler?
"15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası, millet..." Hain çete çökertiliyor. FETO'nun tırnaklarını saklıyorlarmış. Milli orduya kumpası bunlar kurdu. Hainlerin itirafları kan dondurdu. Devlet FETÖ'den temizleniyor. O savcı da FETÖ'cü çıktı. Bu komutan ezelden beri... Daha neler neler deniyor şimdi.
Suçlular, örgütler, suçun niteliği... Her şey değişti. Değişmeyen merkez medya. Soru sormaktan aciz, sadece servis edilenleri haber diye kakalayan insanlar. Dün "suçlu" gösterdiklerini bugün konuk olarak yayında ağırlıyorlar. E dün konukları olanlar da bugün "sanık" durumunda. Bir ikisi ufak bir öz eleştiri yapar gibi yapıp "her şeyi biz biliriz" ayaklarına hemen geri dönüyor. Dünün ergenekon uzmanları bugün Fetö uzmanı olmuşlar. Programlar, programcılar, yapım ekipleri... Hep aynı kişiler. Hep aynı kişiler. Kendi isteği ile, beceremedik, sıçtık sıvamayalım diye giden yok.
Ve zenginler hee. İşini bu kadar yapamayıp, villa alacak kadar zengin olunacak kaç meslek var acaba? Siyaset, medya... Üçüncü de tek başına Sabri reiz mi? Yok o bunlara nazaran Messi olur.
Burası Türkiye, burada çok iyi gazetecilik yaparsanız ölmeniz gerekir. Vasatın üzerindeyseniz bir kaç yılda bir kovulmanız gerekir. Eğer 10-15 yıl aynı kanalda aynı saatlerde yayın yapabiliyorsanız gazeteci falan değilsinizdir. Ekran maymunundan hallicesinizdir.
Her hapse düşenin ya da kovulanın da gazeteci olmadığını söylemeye gerek yok tabii.
Bitti bu kadar. Gerçekten habercilik yapmaya çalışan bir avuç insana olan saygımdan mesleğe komple küfür edemiyorum. (Onlar zenginde değiller ve televizyonlarda görünemiyorlar.) İsim vererek küfür etmeye de gerek yok. Alayının...
(Demeden geçemem, ulan bari bu kadar sulandırmaydılar işi be. Yok tırnakları saklanıyormuş, yok evlilikleri hoca efendi ayarlıyormuş. Ah bir de Feto'nun seks kaseti olsa ne güzel olacaktı be, iç çekiyor alayı.)
Son olarak darbeyi durduran halkımız var. Baş'tan başladık, başın tabiriyle ayak olanlar ile bitireyim.
Medyamız ne güzel poh pohluyor. Tankları durdurdular, demokrasiyi kurtardılar. Beş para etmez siyasetçilerimiz methiyeler düzüyor. Bu milleti yenemezmiş kimse. Çanakkale ruhu, milli birlik beraberlik ruhu işte bu!
Bak, bak, bak... Biz neymişiz ulan? Peki nerede oldu bu darbe? Ankara'da belli başlı bir kaç bölge ve İstanbul'da daha az bölgede. Kaç kişi öldü bu şanlı direnişte? 200'den biraz fazla. Net bir sayı yok elimde tabii ki ama kaç kişi çıktı o gece demokrasiyi korumaya? Kendinize şunu sorun, makarna almaya çıkanlar mı daha fazla yoksa tank durdurmaya çıkanlar mı?
Kişisel günahımı çıkarayım. Darbe olacağına hiç inanmadım. Tiyatro falan da demedim. Olmazdı çünkü darbe yapabilecek adam ortada hiç bir şey yokken köprü tutarak kendini ifşa etmezdi. Olamazdı çünkü becerikli olsalar önceden yaptıkları kumpaslarda bu kadar maddi hatalar yapmazlardı. Olmazdı çünkü siyasi iktidarın desteğini kaybettiklerinden beri hiç bir işte başarılı olamadılar. Son kurşunlarını çaresizce kendi kafalarına sıktılar.
Haliyle çıkmadım tabii meydana falan. Zaten demokrasi denen bu gebeş tiyatrosuna hiç inanmıyorum. Başka bir yazıda yazarım bu demokrasi yalanını.
Gene de umudum var. Karmaşanın aleni, gizli, yoğun ya da düşük yoğunluklu olanını... her türlüsünü yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Aslında kusursuz bir anarşi içinde yaşıyoruz. Devlet ortadan kalkmış, zadece zorbalığı kalmış. İşte buradan bir yerden yeni bir düzen yükselecektir. Ne zaman, nasıl, bilmiyorum. Ben görür müyüm, onu da bilmiyorum. Elimde dile getirebileceğim hiç bir kanıtım da yok. Daha kötü günlerin yaklaştığını ise açıkça görüyorum ama... Ama işte, içimde bir yerde bir umut var. Bir parçacık ışık. Görünüp kayboluyor ama bazen o kadar güzel bir koku ona eşlik ediyor ki, tüm bu bok kokusunu bastırıyor. Belki sadece bir yanılsamadır. Çok istediğim bir hayaldir. Öyleyse bile...
İnsan beyni gerçek olamayacak bir şeyi hayal edemez.