19 Ocak 2015 Pazartesi

Sinema

Yok, Fransız sineması şöyle, Kore zaten efsane, İran kendi kendine ekol diye bir şeyler yazmayacağım. Öyle bir sinema gözüm hiç bir zaman olmadı zaten. "Efendim, sinemada film izlemek ile, evde izlemek bir olmaz" diye ahkam da kesmeyeceğim. Anlatacağım şey bir kaç sinema anım gibi bir şey.

Arkadaşlarım arasında (benimle yaşıt olanlardan bahsediyorum) en erken sinema ile tanışan kişiyim. 5 yaşımdayken teyzem ve dayım, abim ile beni sinemaya götürdüler. Belki sadece abimi götürmek niyetindeydiler ama geride kalmaya daha o yaştan uyuz olduğum için bende peşlerine takılmışımdır. Yani umarım öyle olmuştur.

O ilk filmden bir kaç yıl sonra, kuzenler ve abim birlikte "101 Dalmaçyalı" filmine gittiler. Bir nedenden ben yoktum. Geride bırakılmıştım. Tüm gün ve akşamın ilk saatlerinde annemin ve babamın kafasını nasıl şişirdiysem, o gece son seansa filmi izlemeye götürdüler beni. Tüm gün havlayan animasyon köpekler anne ve babam için ideal film değildi ama annemin dediğine göre ben ağzım açık bir şekilde filmi izlemiştim.

Yine bir kaç yıl sonra, 98 yılında büyük reklamı ile birlikte Titanic vizyona girdi. 9 yaşında ille de Titanic izleyeceğim diye evde kendini paralayan bir çocuk düşünün. Utanmadan ağlıyor, yerlere atlıyor, duygu sömürüsü yapıyor, keserim kendimi diyor. Bu sefer annem gelmedi ama  babam beni son seansa yetiştirmek zorunda kaldı. Hazır babam demişken, sonrasında iki kere daha filme gittim babamla. Birisi, "Kurtlar Vadisi - Irak" filmiydi. Bu sefer gitmeyi talep eden babamdı. Bana hava hoş, o zamanlar izlerdim de zaten diziyi. Ama abimi de zorla götürdük. Onun için pek hoş olmadı. Adamın konudan hiç haberi yoktu. En son -neredeyse herkes gibi- "Babam ve Oğlum" filmine gittik. Zaten ağlak ve duygusallaşmaya yatkın adamım, tüm film ağladım. Acayip duygulandım falan. Film sonunda babama sarılayım falan derken babamın tepkisi "ayakkabılarını bağla" oldu. Açık kalmış bağcıklarım filmden daha etkiliydi. Yok öyle duygusuz falan bir adam değil kendileri. "Yaprak Dökümü"nde bir abla kardeş vedalaşma sahnesi vardı. Annemle ben hiç etkilenmemiştik ama babam göz yaşlarını tutamadı. Sonra bizi kalpsizlik ile suçladı. (Ablasını erken kaybetti ondan duygulanmıştır belki)

Neyse, biraz büyüyünce kendi kendime sinemaya gidebilmeye başladım. Sinemaya gitmek genelde sevgililer yada arkadaş grupları için bir aktivite olarak görülür. Benim sinema sever arkadaşım pek olmadığı için yalnız gitmeye alıştım. Tek başıma sayısız filme gittim. İlk hangi filme yalnız gittim hatırlamıyorum ama bir sevgilim ile gittiğim ilk film sanırsam "Balans ve Manevra" idi. Lisedeyken okuldan kaçar, AFM Sinemaları'na giderdim. O zamanlar ilk seans 5TL idi. Hem ucuz olduğu için, hem de sevdiğim için tek başıma çok gittim o ilk seanslara. Hatta bu GNCTRKCLL muhabbeti ilk çıktığında, bir arkadaşım ile beraber iki bileti 5TL'ye getirmiştik. Gerçekten güzel zamanlardı.

Tabii ki kız arkadaşımla da sayısız filme gittim. Zaten sinemada izlenmiş olmasa da, bir film muhabbeti yüzünden tanışmıştık. As Good As It Gets. O da benim kadar severdi sinemaya gitmeyi. Ama zevkler çok uyuşmadığından film seçimini sıraya bağlamıştık. Sayemde bir sürü Marvel filmi izledi. Bende onun sayesinde festival filmleri izledim. Bir de saçma sapan bir Kore gerilim filmi ile, bildiğiniz sert porno kıvamında bir Çin filmi. Daha önce hiç Asya Pornosu ya da sado mazo porno izlemediğim için iyi oldu aslında. Ama daha yeni çıkan 18 yaşında bir çift olduğumuz için izlerken çok güzel değildi.

Şimdiler de çok gidemiyorum sinemaya. Artık kaçacak bir okul olmadığı için sabahın köründe işsiz güçsüz Taksimde olmuyorum. Hem sinemalarda gereksiz pahalı bir hal aldı. Çoğu film sözde üç boyutlu oluyor. O gözlükler başımın ağrımasına neden oluyor. Ayrıca fazladan para talep ediyorlar gözlük için. Belki benim gözlüğüm var? Neden o gözlük hep fiyata dahil? Bir arkadaş son İFF için bilet falan alcaktı da gidecektik, yalan oldu. Şaşırdım mı? Hayır.

Tüm bunları aklıma geldi diye yazdım. Şimdi asıl konuma yani ilk filmime döneyim. Yılarca çok erken yaşta filme gittiğim için övündüm durdum. Yaşıtlarım arasında "Jurassic Park"ı benden başka sinemada izleyen yoktu. Geçen gün fark ettim, bu filme gittiğimizde ben 5 yaşımdaydım. Film dublajlı olmadığı için söylenenleri anlamıyordum. Benim için sadece görüntü vardı. Yani insan yiyen dinozorlar. Gerçekten tam beş yaşında bir çocuğa göre bir  film. Yıllarca filmden hatırladığım tek sahne, tuvaletteyken dinozor tarafından yutulan o avukat oldu. Sanırsam umumi tuvaletleri kullanamama sorunumun altında bu yatıyor. Bu fark edebildiğim tek etki.

Aynı kadro bir yıl sonra Aslan Kral'a gittik. İlk izlediğim film o olsa, belki bu kadar sıyrık olmazdım. Gerçi Aslan Kral'da saray entrikalı gibiydi biraz. O kahverengi amca şerefsizin tekiydi. Sırtlanlar hakkında da yalan yanlış bilgiler vardı. Sırf o film yüzünden sırtlan sevmeyen bir nesil var. (Biraz daha devam edersem sinema Pocahontas ile birlikte sinemayı şeytan ilan edeceğim galiba)

Gerçi fena da olmadı galiba. Yani cidden hayatıma olumsuz etkisi olduysa kötü. Olmadıysa da kötü yaa, o yaşta çocuğun insan yiyen dinozorlar ile ne işi olur arkadaş. Sorumluları bir arayım dedim. Teyzemi aradım, "yaa değil mi bak o zamanlar sinemalarda yaş sınırı yokmuş" dedi. Olası kötü etkileri hiç iplemedi bile. Cahilin teki bunu dese anlarım ama bu kadın dişçi yaaa. Sinemada yaş sınırı yokmuş diyor. Sanki o filmin beş yaşında bir çocuğa göre olmadığını anlamak için devlet "yok lan olmaz öyle" demeli. Dayım ile yaptığım konuşmayı yazmak bile istemiyorum. Onunla hesabımı oğlu beş yaşında olduğunda göreceğim.